ŞAUD 3: “Aamyo”

KIRMIZI ÇEMBER MATERYALLERİ

(BİR SONRAKİ) Dizisi

ŞAUD 3: “Aamyo” – ADAMUS’un katılımıyla

Kanallık, Geoffrey Hoppe

Kırmızı Çembere sunulmuştur

2 Ekim 2010

www.crimsoncircle.com –   http://kirmizicember.org

Ben o Ben’im, Egemen/Mutlak Alandan Adamus. Toplantımıza hoşgeldiniz, sevgili Şambra, ve programı değiştirdiğim için hiç bir mazeretim yok. (Adamus mesajını, Geoff & Linda’nın genelde yaptığı önkonuşmadan önce sunmuştur) Sanırım son toplantımızda “beklenmeyeni beklemek” konusunu konuşmuştuk. (kahkahalar) Teşekkür ederim! (birisinin eşarbını alır)

Değişikliklerin ve sürprizlerin olmasını bekleyin. Ama aslında bugün bunun çok geçerli bir nedeni var. Dünyada çok şey olup bitiyor, farketmediyseniz diye söylüyorum. Artık gazeteleri okumasanız bile, haberleri takip etmeseniz bile, bunu kesinlikle hissediyor olmalısınız. Gerilim, baskı, direnç, dramlar – ha, ve bu sadece sizin hayatınızda böyle. (kahkahalar) Dünyanın geri kalanı muazzam bir değişimden geçiyor. Ve hazır bundan söz ediyorken, az sonra bir randevum var, onun için bu toplantıyı öne aldım ki her ikisini de yapabileyim. Şeylerin nasıl gelişeceğine bağlı olarak bunu gazetelerde ya da haberlerde okuyabilirsiniz, tabii haber okuyorsanız, ya da bunu daha sonra duyabilirsiniz. Benim çok acil bir randevum var… (derin bir nefes alır) Büyük değişimler oluyor.

Bu yüzden bu toplantıyı biraz öne aldım. Ha, dialar bekleyebilir. Onları gerçekten görmek isteyen var mı? (izleyicilerin arasından birkaç yanıt gelir)

LİNDA: Evet!

ADAMUS: Evet, kesinlikle. (kahkahalar)

LİNDA: Evet.

ADAMUS: Bundan söz ediyorken, ah, dünya büyük bir hızla değişiyor, ve bu iyi bir şeydir. Bu iyi bir şeydir. Siz uzun, çok uzun zamandır bunu isteyip duruyordunuz. Birçok yaşamdır, “Ben değişimi seçiyorum” deyip duruyordunuz. Birçok yaşam boyunca, dünyada şu anda olmakta olan değişikliklerin ucundan tutmak için çalıştınız.

(salona birisi girer) Mesajı almadın mı, Gülen Ayı? “Bugün erken başlıyoruz” diyen epostayı – o semavi epostayı? Acele et. Tuvaleti kullan. Sonra buraya geri gel. (kahkahalar)

İki çok güçlü dinamik meydana gelmekte. Güzel ayakkabılar. (bir izleyiciye hitaben) Güzel ayakkabılar. Keşke Cauldre Avusturyalı bir kovboy gibi giyinmekten vazgeçip de farklı giyinmeyi öğrenebilseydi. (yoğun kahkahalar)

Dünyadaki Gruplar ve Dinamikler

Pekâla, şu anda dünyada iki büyük değişiklik olmakta ve bunlar gerçekten herşeyi etkilemektedir. Birincisi, insanların kendilerine bakamayacağına, ortalama insanın kendi düşünceleri ya da eylemleri ya da faaliyetleri için sorumlu olamayacağına inanan, hükümetlerde, iş dünyasında, gücün ve etkinin söz sahibi olduğu yerlerde biraraya gelmiş bir grup insan var. Onlar, insanların hükümetler tarafından, kiliseler tarafından, başka şeyler tarafından bir şekilde yönlendirilmesi gerektiğine inanıyorlar. İnsanların doğaları gereği zeki, iyi, onurlandıracak insanlar olduklarına inanmıyorlar. İnsanlığın hâlâ, ah, kendi karanlık çağında yaşadığını düşünüyorlar. Kendi başlarına bırakılacak insanların savaşlarla, çevre kirliliğiyle, yozlaşmayla Dünya’yı yok edeceğini düşünüyorlar.

Şambra, siz bu grubun bir parçası mısınız? (izleyiciler hep bir ağızdan “Hayır!” der)  Hayır, hayır, hayır. Bu aslında önünüzdeki birkaç yıl boyunca ilginç bir deneyim olacak, çünkü bu grup, insanların kendilerinden sorumlu tutulamayacağına inanıyor – buna ciddi ciddi inanıyorlar. İnsanlara güç ya da para ya da seçim ya da buna benzer hiçbir şey verilemez (diyorlar). İnsanlara ne yapacağının söylenmesi gerektiğine inanan bir grup var.

Onlar bunu Tanrı’yı, ülkeyi, aileyi öne sürerek yapıyorlar, ve aslında, Diane, sizin de Tanrı olduğunuza inanmıyorlar. Kanunlar ve kurallar ve yönetmelikler olmazsa, kendinizi yok edeceğinize inanıyorlar. Böylece size bir iyilik yaptıklarına da inanıyorlar, anlıyor musunuz.

Dünya’da bir başka grup insan daha var ki, onun da hiç umurunda değil. (birisi yüksek sesle kendi kendine güler) Teşekkür ederim. Gülünmesini istediğim zaman sana bakacağım. (kahkahalar) Ve bir de sizin gibi, insanların doğası gereği iyi olduğuna gerçekten inanan, bunu bilen bir grup insan var. İnsanlar hâlâ sorunları ve karmalarıyla çalışıyor olabilirler, hâlâ dramlara çekiliyor ya da dramlara bağımlı olabilirler, ama onlara yaşamlarında o gerçek saf seçim, o tanrısal irade verildiğinde, fırsatı yakalayacaklardır. Ha, bazı kargaşalardan, kaostan geçebilirler. Oraya varmak için bazı krizlerden geçebilirler, ama en sonunda kendileri için en iyi olan kararı vereceklerdir, ve sonuçta sizin için en iyi olan, dünya için de en iyisidir.

Yani böyle ilginç bir dinamik olageliyor. İnsanların hâlâ kontrol edilmesi gerektiği düşünüldüğünde, insanların çevreyi yıkacağı, ekonomiyi yıkacağı, çevresindeki herşeyi yıkacağı düşünüldüğünde çok tutkulu, özellikle tutkulu bir hâl alan insanlar var. Onlar kontrol etmek için – sizin hayatınızı kontrol etmek için – sıkı bir mücadele veriyorlar, çok sıkı bir mücadele veriyorlar, ama bunu iyilik adına yaptıklarını düşünüyorlar.

Bunu dinamiklerde görebilirsiniz, politikada ve özellikle de dinde görebilirsiniz. Bugün hangi din – gerçekten, hangi din bugün – sizin de Tanrı olduğunuza inanıyor? Gelmekte olan bu muazzam miktarlardaki enerjiyle başa çıkabileceğinize, yaşamınızda seçimler yapabilmeyle başa çıkabileceğinize, kendinizle başa çıkabileceğinize inanıyor? Ve biz biliyoruz ki, Kerri, bunu yapabilirsin. Bunu yapabilirsiniz.

Buna derin bir nefes alalım.

Bu, direnç güçlerinden bir tanesi… teşekkür ederim. (eşarbı geri verir) Evet. Ben ona enerjimi ve sevgimi akıttım. Evet.

Pekâla, diğer dinamik – bu aynı zamanda çok, çok benzerdir – diğer dinamik, Dünya üzerinde bulunan ve değişiklik istemeyen  insan grubudur. Onlar, gerektiğinde eski biçimlere, yollara geri dönmek isterler, siz bunun yapılabildiğini biliyorsunuz. (duraklama, bir içecekten bir yudum alır ve yüzünü buruşturur)

LİNDA: Ne istiyorsun? Ne (içmek) isterdin?

ADAMUS: Bunun kahve olduğunu düşünmüştüm. Ama onlar değişiklik istemiyorlar. Değişiklikten korkuyorlar. Değişimin belki kötülük içerdiğini, bilinmeyen bir şey içerdiğini düşünüyorlar. Değişimin tanrıya özgü olmadığını. Böylece ya şeyler aynı kalsın diye tutunuyorlar ya da ‘şeylerin daha basit olduğu zamanlar’ dedikleri şeye geri dönüyorlar. Oysa daha basit değildi. Bazı geçmiş yaşamlarınızı hatırlayın, onların hiç de basit olmadığını, ne kadar bilinçsiz hayatlar olduğunu hatırlayın.

Ama onlar geri dönmek istiyorlar. Onlar, ah, 1400 ila 2000 yıl geriye gitmek istiyorlar. O güzel eski günlere! (kahkahalar) Evet, çöle geri dönmek. Onun için de kitle bilincini temel alarak değişime direnmek için ellerinden geleni yapıyorlar.

Değişimin kaçınılmaz olduğunu bilen insanlar da var. Değişim olacak, öyle ya da böyle. Değişimin ne kadar güzel olduğunu anlayan insanlar da var.

Bazı düğmelere basmamın bir sakıncası var mı? (salonun arkasındaki elektronik aletleri inceler) Vaay. Ne kadar da şaşırtıcı.

Böylece, yaşamınızda, tüm çevrenizde hissettiğiniz dinamikler bunlardır. Kitle bilincinin – bir bölümünün – sorumluluğu alabileceğinizi düşünmediğini hissediyorsunuz. Kitle bilincinin bir bölümü değişiklik istemiyor, ve bu da, eh, bazı inanılmaz enerji çelişkilerine neden oluyor – bugünün ilerleyen saatlerinde üzerinde çalışacağım çelişkilere. Ve belki, sadece belki, siz de bana bu çalışmada katılmak istersiniz. Bunu yapmak ister miydiniz? (izleyiciler, “Evet” der)

LİNDA: Önce bana biraz açıklama yap. (yoğun kahkahalar)

ADAMUS: Sana bunun çok heyecanlı, yüksek enerji, bir dolu dram, bir dolu tutku, bir dolu dualite, hepsinin bir karışımı ve biraz da entrika ve komplo olduğunu söyleyeyim.

LİNDA: Ben senin raporunu bekleyeceğim. (yoğun kahkahalar)

ADAMUS: Fiziksel bedeninizi oraya götürmeniz gerekmiyor. Bu sizin asıl korktuğunuz şeydir – bir şeyin fiziksel bedeninizi inciteceği. Sizi bilinciniz kaygılandırmıyor. Onun oldukça esnek olduğunu ve kendini çarçabuk toparladığını biliyorsunuz. Sadece ruh olarak oraya gelip takılmak ve olanları izlemek sizi endişelendirmiyor. Şu çelişkiye, anlaşmazlığa gidelim dememden korkmuyorsunuz – ki bu bugünün ilerleyen saatlerinde ya da yarın bir ara olacak – oraya ruhunuzla, bilincinizle gidelim ve taraf tutmayalım, bazen taraf tutmak eğlenceli olsa bile. Derin bir nefes alın – çünkü insan yaşamları ve mülkleriyle ilişkili olsa bile, durumun sonucunu zorlamaya kalkmayalım. Sadece oraya gidelim ve yeni potansiyelleri getirelim, işin içindeki taraflarca şu anda farkedilmeyen potansiyelleri. Bakın, gerçek bir değişim işçisi… gerçek bir ruh bunu yapar.

Biliyor musunuz, bu gerçekten Ruh’un – o büyük ruh, ebedi olan – Ruh bunu gerçekten sizin gerçekleştirdiğiniz gibi gerçekleştiremez, ister inanın ister inanmayın. Ruh her an oradadır, ama sizin aksinize, Ruh oraya gidip de yeni potansiyeller sağlayamaz. Gerçekten, bilinçli bir insan biçimi içinde bulunan ve enerjisini nasıl genişleteceğini anlayan birisi, yeni potansiyelleri sağlamada en yüksek bilinç düzeyine sahiptir, meleksel varlıklardan bile daha yüksek. Meleksel varlıklar az çok tüy gibidirler. Katı, cisimsel değil gibidirler. Ama kendi enerjisini böyle bir duruma genişletebilen bir insan, herkesten ya da herşeyden daha fazla potansiyel sağlayabilir. Pekâla, bugün dialarınızı izledikten sonra, toplantı sona erdikten sonra bunu yapalım.

Ha, bu arada, erken başlayacağımız çağrısını duymadığınız için üzgünüm. Sen değil, Larry. (Larry’nin kamerasına konuşur) Onlar… şuraya geçelim (farklı bir kameraya). Çağrıyı duymadığınız için üzgünüm. Bugün erken başlıyoruz. Eğer diaları kaçırdığınıza üzülüyorsanız, onları sonra göstereceğiz. Ama ben şu anda bir mesaj veriyorum. Teşekkür ederiz.

Pekâla, oraya daha sonra gidelim. Şimdi, bu sizi etkileyecek mi, daha doğrusu, oraya gittiğinizde bu sizi nasıl etkileyecek? Eh, gerilimi herhalde hissedeceksiniz. Çatışmaya hazır o muazzam miktardaki enerjiyi herhalde hissedeceksiniz. O, bedeninizi acıtmayacak, ya da acıtması gerekmiyor. Biraz içiniz daralabilir, ama, eh, bu kaygıyı zaten daha buraya gelmeden önce taşıyordunuz. (kahkahalar) Öbür pabuç da düşecek, şu son birkaç gün boyunca, “Neler oluyor?” deyip duruyordunuz. Bir dakikaya kadar bundan söz edeceğiz.

Böylece, sevgili Şambra, daha sonra çıkıp o yolculuğu yapalım.

Ne Seçiyorsunuz?

Sonraki konu. Geçen ay, toplantımızdan önce yüzleştiğiniz o büyük sorulardan söz ettik – büyük sorular derken, yaşadığınız ikilemleri kastediyorum – “Bu gezegende kalmak istiyor muyum?” Eh, ıstıraplı bir fiziksel ölüm istemezsiniz, ama parmaklarınızı şöyle bir şaklatıp da vışşşt! öbür tarafta olabilseydiniz, bunu yapar mıydınız? Acı yok. Geride kalan parçalar yok. Öylece öbür tarafa geri gidebilecek olsanız, bunu yapar mıydınız? (izleyicilerin arasından birisi, “Hayır” der)

Sen hayır diyorsun, ama toplantımızdan sonraki haftalarda gerçekten bu soruyu düşünüp taşınma ödevi – ev ödevi – verilen Şambra’nın üçte ikisi, üçte ikisi hâlâ ne yapmak istediğini bilmiyor, hâlâ oyalanıyor ve erteliyor, hâlâ “Bir kolona neden kalmam gerektiğini yazayım, diğer kolona da neden gitmem gerektiğini” diyen o berbat zihinsel senaryoları yazıyor. Ve aslında olan şudur, onların enerjileri çok sıkışıyor, çok, çok tıkanıyor. Ve ben onlara bir karar verme zamanının geldiğini hatırlattığımda, ki bunu yaptım, olabilecek her türlü bahaneyi ileri sürüyorlar. Her türlü bahaneyi. Hatta soruyu yanıtlamaktan kaçınmak için, hayatlarında hiç de olması gerekmeyen dramlar yaratıyorlar. Onlar şu iki-arada-bir-derede kuşağındalar. Bu, anlamsızlık kuşağı bile değil, çünkü anlamsızlığı seçebilirsiniz. Ama onlar sadece boşluğu seçiyorlar. Onların seçtiği sadece… bu hiçlik bile değil. Onlar sadece, eh, aslında sinir olmayı seçiyorlar.

Son toplantımızdan önce sorulan sorunun diğer bölümü ise şuydu, eğer kalacaksanız, ne yapmak istiyorsunuz? Ne yapacaksınız? Eh, bu zor ve sinir eden bir soru. “Bilmiyorum. Ruh benim ne yapmamı istiyor?” Otur ve ne yapmak istediğini düşün. İşte Ruh’un istediği budur.

Bazılarınız bu soru karşısında çok zihinselleşti. Önceki deneyimlerinize geri gitmeye başladınız – sizi iyi hissettiren şeyler neydi, ne değildi gibilerinden.  Bu sorunun içerdiği küçük tuzak, bu soruyu yanıtlamanın neredeyse imkansız olmasıydı, çünkü potansiyeller açısından şu anda sizin için ulaşılabilir olanlar, zihninizin hiç anlayamayacağı bir şeydir. Ama siz onu yine de hissediyordunuz. Hissediyordunuz, “Benim yapacağım bir şey var. İnsanlık için yapmam gerekmeyen bir şey var, kendim için yapacağım bir şey. Veçhelerim için bile bunu yapmak zorunda değilim. Bunu sadece kendim için yapabilirim.” Bunu hissediyordunuz, ama bunu açık seçik belirtmeye çalıştığınızda, kelimelerle ifade etmeye kalktığınızda, hatırlayamadınız, aklınızdan çıkıp gitti. Bu çok, çok doğaldır.

Hislerinizin peşinden gidin. Onu tanımlamanız gerekmiyor. Ne yapmak istediğinizi tam olarak kağıda dökebilmeniz gerekmiyor. O hislerin içine girin. Tatmin edici bir şey, eğlenceli bir şey, özgürleştirici bir şey – belki yapmak istediğiniz budur. Ve ben, nasıl bir iş istiyorsunuz sorusunu sormadım. Belki bir iş istemiyorsunuz. Biliyor musunuz, işsiz de hayatta kalabilirsiniz. Gerçekten kalabilirsiniz. Aandrah’a sorun, On’a sorun – Norma’ya, Garret’e. Eski dünyaya ait, eski bilince ait işlerde çalışmayan birçok insana sorun. Bunların dışında da hayatta kalabilirsiniz. Kesinlikle. Bizim egemen/bağımsız bir varlık olmak dediğimiz, budur.

LİNDA: Ama bazı insanlar bunun, hiçbir şey yapmamak anlamına geldiğini düşünüyorlar.

ADAMUS: Eğer hiçbir şey yapmamayı seçiyorsan, bu pekâladır. Pekâladır. Ve eğer ne yapmak istediğinle ilgili zihinsel olmaktan vazgeçer de hislerine kulak verirsen, ansızın Ruh’un genişlemeyi  sevdiğini farkedersin. Ruhunuz etkileşmeye bayılır. Nötr, donuk bir halde bulunan Ruh, çok ağırlaşır. Ruh genişlemek ve ifade etmek ister. Bunu yazacağım. Bunu daha önce de duydunuz belki, ama unutmayı seçiyorsunuz. Ruh genişlemek ister, hep, her zaman.

Çizimleri gördünüz. Ruh geri gidemez, gerçekten, ve gitmek de istemez. Ruh öylece hiçbir şey yapmamayı istemez, çünkü Ruh’un özünde, sizin özünüzde, şu mutlak hayat sevinci vardır, “Şimdi sırada ne var? Ne yaratabilirim?”i anlamak için mutlak genişleme sevinci vardır. Ruh tıkanıp kalmaktan hoşlanmaz. Yani hiçbir şey yapmamaya çalışsanız bile, ve evinizdeki La-Z-Boy’unuzda – bu, Amerikan evlerindeki o büyük çirkin mobilya parçasıdır (koltuk) – öylece oturmaya çalışsanız bile, bunu neredeyse yapamazsınız. Öncelikle kendinizi deli edersiniz. Keçileri kaçırırsınız, ve sonra o hiper-analizlerinize başlarsınız, ve bir dolu zihinsel işlemden geçirmelere girersiniz, ve sonra da sinirleriniz bozulur ruhen çökersiniz, ama en azından bir şey yapıyor olursunuz! (kahkahalar) Ve gerçekten ben şunu demiyorum… eh, aslında birazcık mizahla da olsa, bu gerçekten bir şeydir. Bu, kendinizi kesinlikle çıldırtma deneyimidir.

Ruh aynı zamanda ifade etmek de ister. Sabah uyanırsınız ve herşey çok mükemmel görünüyordur, dünyadaki hiçbir şey umurunuzda değildir, dışarda güzel bir gün vardır, ailenin gerisi bütün gün evde olmayacaktır, ev size kalmıştır, ve şu karşı konulamaz yoğun sevinci hissediyorsunuzdur, ne yapmak istersiniz? Şarkı söylemek ya da yürümek ya da nefes almak, ama bunu bir şekilde ifade etmek istersiniz. İşte Ruh da böyledir. Genişleme sevinci, ifade etme sevincine götürür. Bu yüzden, sevgilim, öylece hiçbir şey yapmamak çok zor olacaktır – bir dene – çok zor olacaktır. En son ne zaman hiçbir şey yapmadın?

LİNDA: İki saniye önce.

ADAMUS: Aa, hayır, hayır. Hayır, çünkü buraya (Linda’nın başını işaret eder) tıklıyorsun, ve buradan, kalbinden, elbette, beni kesinlikle seviyorsun. Ve bu, bir şey yapmaktır. (yoğun kahkahalar)

Pekâla, sevgili dostlarım, ne diyorduk? Konudan saptım. Pekâla, deneyim ve genişlemek.

Kendine Güvenmek

Böylece, şu ara çok şey oluyor. Ben bugün bir şeye odaklanmak istiyorum – çok, çok önemli. Bir sonraki adımımızı attığımız da söylenebilir. Bu sizi aynı zamanda bugünün ilerleyen saatlerindeki, bu geceki grup deneyimine götürecek.

Ben bir soru soracağım ve Eesa’lı Linda’nın mikrofonla koşmasını isteyeceğim.

LİNDA: Zevkle.

ADAMUS: Hazır mısın?

LİNDA: Evet efendim.

ADAMUS: Buradaki gruba soruyorum, 1’den 10’a kadar, kendinize duyduğunuz güven derecesi nedir? On, en yükseğidir – yani, koşulsuz mutlak güven; bir ise, kendinizi bir dolaba kilitleyin daha iyi. Hissedin. Derin bir nefes alın ve bunu hissedin. Yanlış yanıt yoktur. Doğru yanıt da yoktur. Kim gönüllü, Linda.

LİNDA: Ha, gönüllüler. İşte burada, hemen burada biri var.

ADAMUS: Gönüllüler. (kahkahalar) Kendine güven derecesi.

GAIL: Ayağa mı kalkayım?

LİNDA: Seçimin neyse öyle yap.

ADAMUS: Evet, devam et.

GAIL: Ayağa kalkayım. Beni seçeceğini biliyordum. Bu gerçekten nerede bulunduğuma bağlı, hangi bölümle…

ADAMUS: Derin bir nefes.

GAIL: Lütfen herkes benimle birlikte nefes alsın.

ADAMUS: Evet. Kendine güven derecesi.

GAIL: Şu son ayda yaklaşık bir buçuk.

ADAMUS: Bir buçuk. Güzel. Dürüstlüğün için teşekkür ederiz.

GAIL: Evet.

ADAMUS: Evet, peki ya şu anda?

GAIL: Şu anda sekiz, dokuz gibi.

ADAMUS: Bu iyi. Güzel. Ortalaması 2.2 ediyor. (kahkahalar)

GAIL: Evet, öyle bir şey.

ADAMUS: Evet. Evet, ve bunu farketmek iyidir. Dürüstlüğün için teşekkür ederiz. Biz onu bugün değiştireceğiz. Onu bugün değiştireceğiz. Sen onu bugün değiştireceksin.

Sonraki. Şu anki kendine güven derecesi.

MICHELLE: Beş.

ADAMUS: Ayağa kalkar mısın. Evet?

MICHELLE: Beş.

ADAMUS: Beş. Bir beş. Pekâla, kişisel olabilir miyim?

MICHELLE: Elbette.

ADAMUS: Elbette. Ha, ben senin “O-o-o!” dediğini duydum. (kahkahalar)

MICHELLE: Elbette.

ADAMUS: O-o elbette! Kendinde neye güvenmiyorsun? Ve ben sonra sana yanıtı vereceğim.

MICHELLE: Kendime güvendiğimi hissettiğim zaman, güvenin tam olmadığını farkediyorum.

ADAMUS: Evet. Kendinde neye güvenmiyorsun?

MICHELLE: Şeyleri her zaman doğru yaptığıma.

ADAMUS: Güzel. Peki, söyleyebilir miyim.

MICHELLE: Evet.

ADAMUS: Yanlış seçim yapma; bedenine güvenme – sorun, sorun, sorun; ve inançlarına güvenme – sorun, sorun, sorun. Ve diğer herkes, bunlar büyük bir olasılıkla sizlerde de var. Peki teşekkür ederiz.

Bu tekâmül noktasına geldiğinizde, bir yanlış seçim yapma korkusu kesin oluyor. Tanrım, kaç yaşam – bin, 1400, 1800? Yanlış bir seçim yaparak şimdi o büyük hatayı yapmak istemiyorsunuz! (kahkahalar) Sizi yaklaşık ilk yaşamınıza gönderir korkusu. Lemurya’ya, ya da şanslıysanız, Atlantis’e gönderir korkusu. Onun için de yanlış seçimler yapmayı istememek.

(Adamus, Boyutlararası Yaşamak adındaki kendi-kendine öğrenim kursunun bir kopyasını alır) Aa, çokboyutlu genişlemeyle ilgilenenler için mükemmel bir program. Teşekkür ederim. Bunu ben yaptım. (kahkahalar)

Bedenine güvenmek. Bedeninle çatıştığın birçok – bu her biriniz için geçerli – birçok yaşamın oldu. Seni burada tutan bedendir. Onun için ona öfkeleniyorsun. Bu sözde komikti. (kahkahalar)

Bir anlamda, Dünya’daki tüm sorunların kızgınlığını bedeninden çıkartıyorsun. O lanet bedenin olmasaydı, kaygılanman gerekmeyecekti. Biz bugün daha sonra küçük bir yolculuk yapacağız, ve bazılarınız hemen biraz korkmaya başlıyor – “Ne olacak?” Ve ben, kaygılanmanız gerekmiyor, bedeninize hiçbir şey olmayacak, dediğimde, “Tamam, o zaman herşeyi yapabilirim” dediniz. Yani, bedenle ilgili sorun. İnançla ilgili sorun.

Burada bulunan herkes ve web yayınımıza geç gelenler, (tekrar kameraya konuşur) Ben Adamus’um. Geç geldiniz. (bazı gülüşmeler) Bu Geoffrey değil, hayır. O asla bu kadar yakışıklı görünmezdi. (poz alması üzerine kahkahalar) Teşekkür ederim.

Pekâla, inançlarınıza olan güven. Tanrı bilir kaç dini, ruhsal organizasyonla ilişkiniz vardı. Fazlasıyla haz aldınız  – inançlardan aşırı derecede haz aldınız. İnançlardan. Ve inançlar eğlencelidir. Onlar çok eğlencelidir, tıpkı rol yapmanın eğlenceli olması gibi, tabii yaptığınızın bu olduğunu anlarsanız. Ama rol yaptığınızı unutacak ve kendinizi ciddiye alarak bunu gerçek sanacak olursanız, artık eğlenceli olmayacaktır. Eğer inançlarınızı ciddiye alırsanız, sizi acıtacaktır. Takılıp kalacaksınızdır, ve bir şekilde o inançlardan çıkmanız gerekecektir.

İnançlar kötü değildir. Bunu açıklığa kavuşturmak istiyorum. Onları yarattığınızı ve istediğiniz an yok edebileceğinizi bildiğiniz sürece yanlış bir tarafı yoktur. İnançların geçici bir amaca hizmet ettiğini anladığınız sürece (yanlış değildirler), ama onların içinde hapsolmayın. Kaçınız – bunu yüksek sesle yanıtlamak zorunda değilsiniz – ama kaçınız birçok yaşam boyunca cehenneme inandı? O inancın içinde sıkışıp kaldınız. Yaşamınızın ya da yaşamlarınızın yarısından cehennem korkusu yüzünden kaçtınız. O yaşamlarda, benim eksiksiz, tam diyeceğim bir deneyime sahip olamadınız, çünkü bir inanç sisteminden – cehennemden – kaçıyordunuz. O sizin ödünüzü patlatıyordu. (bazı gülüşmeler) Teşekkür ederiz.

Pekâla sonraki. Sonraki. Kendine güvenmek, 1 ile 10 arası bir ölçeğin neresindesiniz şu anda?

KAREN: Yedi ya da sekiz, şu son birkaç gündür.

ADAMUS: Yedi ya da sekiz. Peki genelde nasıl? Son iki yıdır diyelim.

KAREN: Aa, iniyor çıkıyor. Bir iniyor bir çıkıyor.

ADAMUS: Ortalamasını söyle.

KAREN: Belki dört ya da beş, ortalama.

ADAMUS: Dört ya da beş. Tamam. Güzel.

KAREN: Ama bazen bayağı yukarıda, bazen de bayağı aşağıda oluyor.

ADAMUS: Evet. Ama bu o değişken ruh halinin etkisi. Uyanış etkisinin bir parçası. Peki kendine güvenme sorunları neydi?

KAREN: İçimi gerçekten çok iyi duyduğum zamanlarda, gerçekten çok güvenip yükseklere çıktım.

ADAMUS: Sorduğum bu değildi. Bir an için derin bir nefes al – kendine olan güvenin sarsılmasına gerçekten ne sebep oldu? Bu o kadar açık ki. Aa, sen şimdi düşünüyorsun. Hissetmiyorsun.

KAREN: Herhalde insan yanıma güvenmek.

ADAMUS: Ben sana şimdi doğru yanıtı vereyim. Bir başkasını inciteceksin (kaygısı). Sen en tatlı, en güzel, ışıyan yaradılışlardan birine sahipsin, ama bazı insanları incitiyorsun. İsteyerek değil, bunu ille de yapmak istediğinden değil, ama başkalarını incittin. Peki ne yaparsın? Başkalarını incittiğiniz zaman – buna öldürmek, işkence etmek, bu tür şeyler de dahil – birisini gerçekten incittiğinizde ne yaparsınız? (birisi, “Kendini suçlu hissedersin” der)

Ve ben, başkalarını incitmek istemediğin için seni suçlamıyorum. Teorik – pardon Pete – felsefi açıdan, aslında kimseyi incitemezsiniz. Başka bir çok Yeni Enerji açısından – özür dilerim, Bonnie – başka bir Yeni Enerji açısından, şu anda başkalarını incitmeye çalışsanız bile, yapamazsınız. Yapamazsınız. Bunu deneseniz de – bilinçli bir seçim yapsanız bile, ki bu çok nahoştur – şu anda başka birini incitemezsiniz. Bilinciniz, kendi ruhunuzla olan bağlantınız buna izin vermeyecektir.

Bunu bilmek, bir başkasını incitmenin mümkün olmadığını bilmek, sana bir dolu güven sağlamaz mı? Biz bunu yaklaşık yediye yükseltemez miyiz?

KAREN: Elbette. Evet.

ADAMUS: Kesinlikle. Kesinlikle. Birçok yeteneğin var, ben senin kim olduğunu biliyorum. Biz birlikte çalıştık. Ben senin bir lider olarak ve yaratıcı bir insan olarak neler yapabileceğini biliyorum. Ama sen kendini geri çekiyorsun. Şu anda kimseyi incitemezsin.

Bunun belki bazı kişileri – şu anda bizi dinleyen bazı kişileri – zorladığını biliyorum. “Yapamayacağımı söylerken ne demek istiyorsun? Hemen şimdi kapıdan çıkabilir, bir bıçak kapıp doğruca bir alışveriş merkezine gidebilirim.” Hayır, yapamazsınız. Yapamazsınız. Belki başkaları yapabilir, ama siz yapamazsınız. İnanç sistemleri yüzünden değil, yüksek ahlâklı olduğunuzdan değil. Şu anda buna izin vermeyecek bir bilince sahip olduğunuz için.

Sonraki. Güven derecesi. Evet, şu anda neresindesiniz?

PAUL: Herhalde yedi, sekiz.

ADAMUS: Yedi, sekiz. Bu oldukça düşük. Yani nerede olabileceğinle kıyaslandığında. Sahip olabileceğin sevinçle kıyaslandığında. Seni durduran ne?

PAUL: İnip çıkıyor, kendime ne kadar güvendiğime bağlı.

ADAMUS: Evet.

PAUL: Onun için de herhangi bir ayarlamaya, emin olmadığım zamanlar için herhangi bir veriye açığım.

ADAMUS: Peki seni 10’dan alıkoyan ne? Bu o kadar açık ki. Herkes biliyor.

PAUL: Mikrofon. (yoğun kahkahalar ve bazı alkışlar)

ADAMUS: Bu iyiydi işte.

PAUL: Ben bir Adamus rozeti istiyorum.

ADAMUS: Alacaksın. Alacaksın. Şimdiye kadar mikrofonu eline almış herkes bir rozet alacak. Ama şunu devam ettirelim. Evet. Evet, övgülerimi sunuyorum.

Peki sen yedi sekizlerdesin. Senle 10 arasında ne var? Çünkü aslında herkes kesin bir 10’da olmalıydı. Ve sen 10’a ulaşmadan ben mutlu olmayacağım.

PAUL: Şu anda tam bir bilişe sahip olduğumu hissetmiyorum.

ADAMUS: Şunu bir kez daha söylesene. Ayağa kalk. Ayağa kalk. Hadi. (Adamus’un Paul’e doğru yürümesi ve onun geri geri gitmesi üzerine kahkahalar yükselir) Hadi. Kaygılanma. Bir başkasını incitmeyeceğinizi söyledim. Sen bıçak çekmeyeceksin. Ben çekeceğim! (Adamus ona bir tokat atar, izleyiciler nefeslerini tutarlar ve gülerler) Ama ben senin ne dediğini tekrar duymak istiyorum. Hadi. Sende eksiksiz, tam…

PAUL: Biliş, fiziksel bilinçte farkındalık yok.

ADAMUS: İşte bu. Mikrofondan vazgeçebilirsin. Seni 10’dan alıkoyan – kendine 10 üzerinden 10 olarak güvenmekten alıkoyan – işte bu. Tokat için üzgünüm. İyileşecektir.

Bilmek istiyorsun. Akılsallaştırmak istiyorsun. Anlamak istiyorsun, ve bunu yapamadığın zaman, şurada işlemden geçmediği zaman, mantıklı gelmediği zaman, hesaplanamadığı zaman, yapmayacaksındır. İşte seni alıkoyan bu. Bu – ah, bu beni gaza getiriyor – zihnin ötesine geçen, kalbin ve hislerin derinliklerine inen bir güven atılımıdır, “Hiç umurumda değil, onu bilmek zorunda değilim. Onu kafamda işlemden geçirmek zorunda değilim. Zihinsel olmam gerekmiyor. Analizlere lanet olsun, ben onu sadece yaşayacağım” demektir. Seni bir 10’dan alıkoyan işte budur. Diğer herşey (sadece) iyidir.

PAUL: Yani zihinden çıkmak mı?

ADAMUS: Yok ya!! (kahkahalar) Yani evet! Evet. Seni utandırmak niyetinde değilim, ama kesinlikle, zihinden çıkmak. Onu anlamaya çalışmaktan vazgeç. Zaman zaman iyisin, o zihin enerjisini salıveriyorsun. Sen inanılmaz bir zihine sahipsin, ama ya zihnin ötesinde bir şey varsa? Ya bir şey… Ben şimdi zihnine hitap edeceğim. Zihin, daha iyi, daha büyük, daha zeki, bir şeyleri anlamak için kimyasalları ve elektriksel devreleri gereksinmeyen bir şey ya varsa? Ya çok muhteşem bir şey varsa ve zaten oradaysa? Bu konuda ne düşünüyorsun?

PAUL: Bunu sorgulamıyorum, ama sekizin ötesine geçmeyi isteyecek biliş derecesine daha erişemedim.

LİNDA: Ödülünü geri alayım mı? (kahkahalar)

ADAMUS: Hayır, hayır, hayır. Bu iyi. Bu iyi. (kahkahalar) Bu iyi. Şu anda… şu anda hemen burada su dolu bir havuz olsaydı, ve bana kanallık eden beden biraz daha büyük olsaydı, ben biraz daha büyük bir beden seçmiş olsaydım, seni alır, güreşe güreşe suya sokar ve başını suya daldırır ve suyun altında ölüm noktasına gelene kadar tutardım – ben böyle biriyim işte! – tek bir nefes için herşeyi feda edecek noktaya gelene kadar. Herşeyi, herşeyi. Ve sonra başını sudan çıkartır ve seni yeniden hayata döndürür ve derdim ki, şimdi, eğer bu kadar bilmek ve kendin olmak istiyorsan, zihnin ötesine bu kadar geçmek istiyorsan, bunu bu kadar arzuluyorsan, o zaman oraya ulaşırdın. Başka bir deyişle, bunu yeterince istemiyorsun.

PAUL: Bunu hissedebiliyorum gerçi.

ADAMUS: Evet! Pekâla, güzel, teşekkür ederiz. İyi bir diyalogdu. Ve bu aslında oldukça basittir. Sadece bir atılım gerekiyor… Şunu farklı bir biçimde söyleyeyim. Bunların hiçbiri bir anlam ifade etmiyor ve etmeyecek de. İnsan aklını asla doyuramayacaksın. Dünya’da olup bitenler hakkında zihnini doyuramayacaksın, asla. Bundan asla bir anlam çıkartamazsın. Yani bunu göz önünde tut ve uğraşmaktan vazgeç. Uğraşmaktan vazgeç.

Gerçekten yaşamak – ondan bir anlam çıkarman gerekmiyor. O, andadır. Kendiliğinden olur. Sezgiden gelir. Gnost’tan gelir. Ve zihnin – zihniniz, beyefendi – avaz avaz bağırıyor, “Beni buradan çıkar. Bu kadar akıllı olmanın, herşeyi anlamak zorunda olmanın yükünden kurtar beni. Beni kısıtlamalarımdan kurtar ki ben” senin her bir parçan, “genişleyebileyim ve büyüyebileyim, alabildiğine uzanabileyim.” Ve zihin bunu istiyor. İşte bu. Zihinle savaşman gerekmiyor, o bunu istiyor. Ama sen öyle programlanmışsın ki, öyle hipnotize edilmişin ki – hepiniz – onu anlaman gerektiğini düşünüyorsun. Ve anlamayacaksın. Onun için bırak gitsin. Eğlen. Keyfini çıkar.

PAUL: Teşekkür ederim.

ADAMUS: Elbette. Kesinlikle. Ve ben sana fazladan bir Adamus ödülü vereceğim. (Adamus’un Cauldre’nın cebinden para çıkarması üzerine Linda’nın nefesi kesilir; Linda’nın parayı ondan almaya çalışması kahkahalara neden olur) Kanallık yapana dokunma! Dokunma… bu bir oyun. Bu bir oyun. Ben burada Cauldre’nın bir dolarlık banknotuyla neredeyse gıcır gıcır yüz dolarlık banknotu arasında bir seçime sahibim. Hangisini seçiyorsun? (onları Paul’e doğru uzatması üzerine bir duraklama olur) Bu kadar mı zor?! (yoğun kahkahalar)

LİNDA: Evet, çünkü gözlerimin onun üzerinde olduğunu biliyor!

PAUL: Ben korkmuyorum. Evet. Franklin olsun. (100 Dolarlık banknot)

ADAMUS: Senindir. Teşekkür ederiz. (izleyiciler alkışlar) Oturumdan önce Cauldre’nın ceplerini hep, hep kontrol et. Pekâla…

Ve bu iyi. Aslında… aslında, sen yüz dolar kazandın, Cauldre az önce yaklaşık bin dolar kazandı, ve ben nasıl olsa ebediyyen zenginim, onun için ona ihtiyacım yok.

PAUL: Ne zaman istersen! (kahkahalar)

ADAMUS: Kesinlikle! Ve Şambra, bu…

LİNDA: Şimdi bana cebinde geri kalanları ver. (kahkahalar)

ADAMUS: Cauldre’nın birkaç kuruşu kaldı. İki dolar var. Böylece… böylece, bu arada, Şambra, bu sadece bir kağıt parçasıdır! Paul sadece bir kağıt parçası aldı ve herkes heyecanlandı. O sadece bir kağıt parçası. Ama ona yüklenmiş olan çok enerji var.

Şimdi, aslında, ben sizin zihnin ötesine geçerek onu daha muhteşem bir şeye dönüştürmenizi istiyorum. Bunu nasıl gerçekleştirirsiniz? Yüz doları uzatıp – onu uzat – ve ona bakarak onu bin dolarlık banknota dönüştürmeye çalışarak mı. Hayır! Bunu – daha sonra bir alıştırma yapacağız, sen bunu kullanacaksın, lütfen, daha sonra yapacağımız alıştırma için – cebine koy ve salıver gitsin. Evet, güzel. Mükemmel. İyi.

Birkaç tane daha alalım. Kendine güven derecesi. Ayağa kalk, lütfen. Bu işi daha da zorlaştırıyor, değil mi?

APRIL: Evet zorlaştırıyor.

ADAMUS: Ha!

APRIL: Ben sekiz derdim.

ADAMUS: Sekiz. Bu iyi. Bu iyi. Peki seni alıkoyan…

APRIL: Bir yüz dolarlık banknot! (yoğun kahkahalar)

ADAMUS: Nerede olduğunu biliyorsun! Evet. Seni ne alıkoyuyor? Çok yaklaşıyorsun. Seni alıkoyan şey ne olabilir?

APRIL: Sanırım… ya oraya ulaşamama korkusu ya da oraya ulaşma korkusu. Her ikisi de. Her ikisi de.

ADAMUS: Kesinlikle. Kesinlikle, ve bu çok bilgece, ve daha param olsaydı, ben… dur bakalım değerli bir şeyler var mı…

LİNDA: Aklına bile getirme. (kahkahalar)

ADAMUS: Ama evet, bu ilginç bir çıkmaz. Oturabilirsin. İlginç bir çıkmaz. Yaklaşıyorsun, o sekize geliyorsun ya da özellikle o dokuz düzeyine, ve diyorsun ki, “Peki ya noktaları birleştirirsem? Ya benliğime tümüyle güvendiğim bir noktaya gelirsem? O zaman ne olacak?” Aandrah?

LİNDA: Bekle, bekle, bekle, mikrofonu götürüyorum. Koşuyorum. Koşuyorum, koşuyorum, koşuyorum.

ADAMUS: Mutlak güven noktasına ulaştılar, o zaman neden vazgeçerler, neyi teslim ederler?

AANDRAH: Uzun zamandır çok aşina olan o korkuyu.

ADAMUS: Aşinalığı.

AANDRAH: Evet.

ADAMUS: Ve onunla birlikte, oyunu.

AANDRAH: Evet.

ADAMUS: Oyunu. Peki ne olur? Bir parçanız diyor ki, “Eh, o eski aşina olan artık yoksa ve oyun gidiyorsa, yapacak bir şeyim kalmıyor.” Oysa olacak.

AANDRAH: Evet.

ADAMUS: Olacak. Bu sadece… birazcık rüya hali şeyine benziyor, benlikle oynanan bir oyun. Böylece tam bir güven noktasına gelir, oyundan vazgeçersiniz. Ve bir parçanız der ki, “İyi ama, oynayacak oyunlarım yoksa neden burada kalayım ki?” Bu yeni bir oyundur, ve bir dualite oyunu değildir. Burada, Dünya’da acı olmadan, ağrı olmadan, tüm o diğer sorunlar olmadan fiziksel bir beden içinde olmak, yeni bir sevinçtir. Pekâla, güzel.

Bir tane daha.

LİNDA: Tamam. Bir tane daha.

ADAMUS: Ve doğrusu olsun. Yanlış seçim yapmayın. (kahkahalar)

LİNDA: Eh, takılarını aldım, yani hepimiz güvendeyiz.

ADAMUS: Yanlış seçim yapamazsınız. Pekâla, kendine güven derecesi?

LITTLE FOX: Ben yediyle sekiz arasında gidip geliyor derdim.

ADAMUS: Yedi, sekiz. Tamam. Ve seni engelleyen ne?

LITTLE FOX: Ha, bunun bir yolculuk olduğunu unutmak ve eğlenmek ve çok ciddi olmamak ve bunu düşünmemek, özellikle de şimdi kendim için ortaya çıkan yeni potansiyelleri düşünmemek, güvende hissetmek.

ADAMUS: Evet. Şimdi, sana benim yanıtımı verebilir miyim?

LITTLE FOX: Elbette.

ADAMUS: B.İ.

LITTLE FOX: B.İ.

ADAMUS: B.İ. – başka insanlar. Yaşlı başlı insanlar değil. Başka insanlar. Bak, sen tüm bu çalışmaları başka insanlar için yapıyorsun. Senin tutkun bu. Senin hayatın bu. Burada kalma gerekçen bu, dostum. “Ben bunu başkaları için yapıyorum,” ya da başka varyasyonları şöyle, “Çocuklarım var. Ben…” Ama en sevdiğim şu, “Hasta anam-babam var, ve bu yüzden kendime zaman ayıramıyorum, çünkü onlara bakıyorum.” Makyo. Pekâla, başka insanlar. Sen bunu diğer herkes için yapıyorsun. Tüm bu talihsiz insanlara uyanış süreçleri boyunca yol göstermek için burada olman gerekiyor. Çocuklarına bakmak için burada olman gerekiyor, çünkü sen olmazsan parçalanıverirler, çünkü, eh, belki de o kadar tanrısal değildirler. Başkalarına bakman gerektiği açık. Böylece, B.İ. Güzel. Teşekkür ederiz.

LİNDA: Sonuncusu mu?

ADAMUS: Seçim senin.

LİNDA: Genç MACKENZIE’yi duymak sanırım güzel olurdu.

ADAMUS: Seçim senin. Ama ben başka kimseye yarım yamalak yorumlarda bulunmayacağım. Onun için, devam et.

MACKENZIE: Ayağa kalkmam gerekiyor mu?

LİNDA: Tam zamanında.

ADAMUS: Evet, kalkman gerekiyor.

LİNDA: Hoşgeldin, Mackenzie.

MACKENZIE: Teşekkür ederim.

ADAMUS: Birden 10’a kadar.

MACKENZIE: Doğrusu, söylemem gerekir ki bu soru…

ADAMUS: Hayır, bana yalan söylemeni istiyorum. (kahkahalar)

MACKENZIE: Peki, onu da yapabilirim.

ADAMUS: Hayır, dürüstlükten gidelim.

MACKENZIE: Bu soru benim biraz kafamı karıştırıyor.

ADAMUS: Gerçekten.

MACKENZIE: Ben bir 10 ya da bir sıfırım diyebilirsin, çünkü ben benim.

ADAMUS: Doğru.

MACKENZIE: Ve eğer kendime güvenmiyorsam, nasıl ben olabilirim ki?

ADAMUS: Doğru.

MACKENZIE: Böylece bana göre, güven biraz da alakasız, çünkü kendin olmanın başka yolu yok. Ya kendinsindir ya da olmamaya çalışıyorsundur.

ADAMUS: Evet. Ve gerçekten kendi olan kimi tanıyorsun?

MACKENZIE: Kimseyi.

ADAMUS: Senin bayrağın kim olurdu?

MACKENZIE: Hmmm, pardon. (yan tarafa bakar)

ADAMUS: Bu salona bakınma. (kahkahalar)

MACKENZIE: Biliyorum! Biliyorum! Ekranı gördüm ve o oradaydı ve ben de oraya baktım! (yoğun kahkahalar)

ADAMUS: Felsefi olarak sana katılıyorum. Pratik açıdan biraz zorlanıyorum. Kesinlikle haklısın, ama kimi tanıyorsun gerçek… Ben’im’e ya da gerçek ben’e örnek olan kim?

MACKENZIE: Kimse.

ADAMUS: Kimse.

MACKENZIE: Hayır. Herkes kurallara uyuyor. Onlar topluma uymaya çalışıyor. Çoğu zaman başka insanların… başka insanların onlara nasıl tepki vereceğini düşünmeye çalışıyorlar…

ADAMUS: Evet.

MACKENZIE: … ve o insanlar için ne yapmaları gerektiğini. Ve bu sonunda, kimsenin kendi benliğine tamamen sadık olmamasıyla sonuçlanıyor, çünkü bunun dışında bir dolu şey olup bitiyor. Geçen gün öğretmenim, bizim nesilin her yerde süregelen onca bilgiyle nasıl bunaldığını, sadece tek bir şey olmanın ne kadar zor olduğunu öğrendiğini söyledi. Yani…

ADAMUS: Doğru. Güzel. Teşekkür ederiz. Ve, ama sormama izin ver, bunların hepsi bir kenara, şu anda ne hissediyorsun, birle 10 arasında? Biliyorum, bunu sormakla sığ biri oluyorum ama…

LİNDA: O 13 yaşında ve yetişkinlerden oluşan bir toplulukla birlikte.

ADAMUS: Şaşılacak derecede iyi gidiyor.

MACKENZIE: Onüç mü?! Ben onaltıyım!

LİNDA: Onbeş, yetişkinlerden oluşan bir topluluk içinde.

MACKENZIE: Altı. Onaltı.

ADAMUS: Şimdi, bu çılgınlıktan sonra güven düzeyin nedir?!

LİNDA: Onaltı.

ADAMUS: Şimdi, güven düzeyi.

MACKENZIE: Hm, sanırım benim bir 10 olduğum söylenebilir, çünkü ben benim ve kim olduğum sadece bu.

ADAMUS: Tamam. Güzel.

MACKENZIE: Diğer şeyler olsa bile.

ADAMUS: Güzel. Mükemmel. Teşekkür ederiz.

LİNDA: Bu kadar cesur olduğun için teşekkür ederiz.

ADAMUS: Pekâla, sevgili Şambra, geçen akşamki radyo programımızda bundan söz ettik. Biz bu güven sorunundan söz ettik, ve nerede olduğunuzu anlamak çok, çok önemlidir. Bir sayı belirlemeniz gerekmiyor, ama gerçekten kesin olarak, tam olarak kendinize güveniyor musunuz? Bedeninize güveniyor musunuz? Seçimlerinize güveniyor musunuz? Kararlarınıza güveniyor musunuz? Güveniyor musunuz… Ruh’a güveniyor musunuz? Hayata güveniyor musunuz? Şu anda bir dolu kargaşayla dolu bu dünyada yaşamaya güveniyor musunuz? Mutlak biçimde, kendinizden geçerek, kendiniz olmaya güveniyor musunuz? Bir grubun önünde ayağa kalkıp şarkı söylemeye? Ölçüleri aşan bir şey yapmaya? Şu anda içinde bulunduğunuz ve adına ruhsal aydınlanma uyanışı denen yolculuğunuzun bu bölümünün gerçek olduğuna güveniyor musunuz? Yoksa bu da mı çöp?

Böylece ben bu noktayı gündeme getiriyor ve onu biraz dayatıp kurcalıyorum – kendinize güven dereceniz nedir – çünkü en azından güven derecenizi anlamazsanız, ilerlemek ya da daha fazla genişlemek diyelim, zor olacaktır. Şimdi, kendinize yüzde 100  güvenmeniz bile gerekmiyor, ama kendi parçalarınıza neden güvenmediğinizi anlamanız gerekiyor.

Geçen gece… size bir örnek vereyim. Diyelim ki, yarın sabah uyanıyorsunuz, ve çok hastasınız, mideniz bulanıyor, terliyor, kusuyorsunuz. Yapacağınız ilk şey nedir? Tuvalete koşmak, umarım. (bazı gülüşmeler) İkincisi, “Neyi yanlış yaptım? Kötü olan ne yedim?” Tık, tık, tık, tık, hepsi zihinden geçiyor, herşey değerlendiriliyor. Sonra, “Ruh bana ne söylemeye çalışıyor?” Sonra, “Belki de bedenim ruhumdan daha güçlüdür, çünkü halime baksana, hastalanıyorum.”

Şimdi, onunla başa çıkıyorsunuz, tuvalette birçok şeyi salıveriyorsunuz. Ama hâlâ berbat hissediyorsunuz, ve bilgisayarınızın başına geçip biraz çalışmaya karar veriyorsunuz. Telefon çalıyor, ve kendinizi pek iyi hissetmediğiniz için birden irkiliyorsunuz, ve bu arada bilgisayarınızı düşüyorsunuz, bilgisayarınızdan dumanlar çıkıyor va yanıyor. “Hay Allah, olamaz, anlaşılan bu o günlerden biri olacak” diyorsunuz kendi kendinize. “Neden enerjim yok? Neyi yanlış yapıyorum? Neden bunlar başıma geliyor? Hayaletler mi saldırıyor bana? Uzaylılar mı? Belki evimin bir yerinde kötü bir enerji pusuya yattı. Biliyorum, o kötü enerjiyi kovmak için birisini çağırıp feng shui yaptırmalıydım, ve şimdi (evi/beni) ele geçiriyorlar.”

Böylece onunla başa çıkıyorsunuz. Ateşi körüklüyorsunuz. Bilgisayarsız kaldığınızı farkediyorsunuz. Ve arabaya atlayıp bilgisayar mağazasına gitmeye karar veriyorsunuz – ve bir sonraki adımda neler olacağını biliyorsunuz. Ve o âna kadar berbat geçen gününüzü düşünerek arabanızı kullanırken, kaza oluyor. Kimse yaralanmıyor, ama arabanızdan dumanlar çıkıyor – sanki bilgisayarınıza tekerlek takılmış gibi oluyor. Araba parçalanıyor. Parçalanıyor, ve diyorsunuz ki, “Ben neyi yanlış yapıyorum?”

Şimdi, bütün bu olanlar göz önünde tutulduğunda… ha, bu arada, orada durmuş polisi beklerken, ehliyetinizin ve ruhsatınızın olmadığını farkediyorsunuz. Onları evde bırakmışınız, ve şimdi cüzdanınızı çıkarmış içine bakarken, size yanaşan biri onu kapıp koşarak kaçıyor.

Şimdi, “Yatakta kalmalıydım” diyorsunuz. Hayır. Yanlış yanıt. Soru şu – bunun kesinlikle mükemmel olduğunu bildiğiniz bir güven alanında olabilir misiniz? Ve aslında yüksek sesle de gülebilir misiniz, “Ha, ha, ha. Bunu yarattığımı biliyorum. Bunu Tanrı yaratmadı. Adamus, hmm, hayır, o yaratmadı. (kahkahalar) Kötü ruhlar yaratmadı. Ben yarattım.” “Lanet olsun, amma da eğlenceli!” diyebilecek güven derecesine sahip olabilir misiniz? Ya da en azından, “Bu noktadan sonra değişeceğini biliyorum.” Güven budur. Güven budur. Polis yoldayken birkaç senaryo daha yazabilirdim… ama bunu yapmayacağım. Güven budur.

Biz – biz, Kırmızı Meclis – her gün dünyanın her yanındaki Şambra’dan binlerce şikâyet alıyoruz. “Bu neden oluyor?” Eh, biz de, onu siz yarattığınız için, diye yanıtlıyoruz. “Hayatımda bu şeyler neden oluyor? Ha, herhalde gidip de bir kristal kursu alayım diye oluyor, ve benim, bilirsiniz işte, vitamin almam gerekiyor, ve…” Giderek dolanıyorsunuz.

Peki ya, bunun mükemmellik olduğunu kesin olarak bilecek güven düzeyine sahip olsaydınız? Bugün size olan bu şeylerin tümü… ve sizi eve götürsün diye bir taksi çağırdığınızda biriyle karşılaşsanız – belki taksi şöförü, belki başka biri – ama yaşamınıza büyük bir armağan, belki para, belki sevgi, dostluk, bir öğreti, ne olursa, sunan biriyle karşılaşsanız. Belki tüm bu olanlar sizin ve ruhsal benliğiniz diyeceğinizin bir kurgusu idi… ruhsal benliğiniz gerçekten tüm o insani rastlantıları umursamaz. O sizinle olmak ister ve siz de onu çağırdınız. Ve bu çağrıyı yaptığınızda, durdurulamaz bir dinamik devreye girmiştir, ve bu olacaktır.

Ve çok şükür ki ruhunuz bilgeliğe sahip… şimdi, bu kazaları ruhunuz yaratmadı, ama sizinle tanrısallığınız arasında bir enerji vardı, oraya yerleştirilmiş ve tüm bu olanları mümkün kılmak amacıyla tezahür etmiş deneyimi getiren bir enerji, ve bu enerji bu deneyimleri getirmeyi sürdürecektir. Arabanızın parçalanmış olması ruhun umurunda değildir, çünkü başka arabalar var. Bilgisayarınızı umursamaz, çünkü ondan vazgeçmenin zamanı zaten gelmişti. Yeni bir tane almanın zamanı gelmişti, çünkü bu bilgisayarla yapmadığınız, ama yeni bir bilgisayarla yapabileceğiniz şeyler var. Sabah alttan üstten gitmiş olmanız onun umurunda değildir, çünkü bedeninizde uzun zamandır tıkanıp kalmış toksinlerin bazısı böylelikle salıverilmiştir. O, bu tür şeylerin hiçbirini umursamaz, çünkü o – siz – siz daha derin bir anlayışa ve daha derin bir bilgeliğe sahipsiniz.

Peki engelleyen ne? O insansı veçhe. Değişimden hoşlanmayan, ilerlemek istemeyen o insansı veçhe. Kendi benliğine inanmayan o insansı veçhe. Gerçekten inanmıyor. Kendine inanmıyor, çünkü o insansı veçhe gerçek değildir. İmal edilmiştir. Bir roldur, ve o gerçekten kendine inanmıyor, çünkü rol olduğunu biliyor ama ne yazık ki onun bir rol olduğunu siz bilmiyorsunuz – şimdilik.

Tüm bu olan şeyler – bacağınızı kırmanız, işinizi kaybetmeniz, her neyse. Mutlak bir güvene sahip olsaydınız, ne olurdu? Kocaman bir gülümseyip şöyle deseydiniz, “Bu şeylerin olmasına kendi benliğimin rehberliği izin veriyor, tutunup kalmayayım diye,” ya da her ne oluyorsa, “şeyleri ileriye götürebileyim, genişlemeyi sürdürebileyim diye.”

Soru şu, böyle bir güven düzeyine sahip olabilir misiniz? Bu büyük bir sorudur. Son zamanlarda olduğu gibi, büyük bir endişe dalgası geldiğinde, “Hayatımda” – sizin hayatınızda – “herşey mükemmel bir düzen içinde” diyebilecek güven düzeyine sahip olabilir misiniz. Uçağı kaçırırsanız, buzda kayar da düşerseniz ve sırtınızı incitirseniz, o güven düzeyine sahip olabilir misiniz? Olabilir misiniz?

Şimdi, ilginç bir şey olur. Ben size öykünün sonunu anlatayım. Bunu gerçekleştirdiğiniz zaman, bunu seçtiğiniz zaman, o zaman tüm bu şeylerin olmasına gerek kalmaz, çünkü zaten sıkışmışlıktan kurtulmuşsunuzdur. Yani bir parçanız korkuyor, “Aman Tanrım, eğer güven içindeysem, işimi kaybedeceğim ve eşim beni terk edecek ve köpeğim ölecek, ve aman Allah’ım, şu olanlara bir bak.” Bu sadece 10 düzeyinde olmadığınız içindir, çünkü ikidesinizdir ya da sekizde ya da yedide.

Rakkamların önemi yok. Eğer herhangi bir güvensizlik derecesindeyseniz, ister bir olsun ister 9.9, hepsi aynıdır. Hepsi aynıdır. Yani birinin, “ben ikideyim” demesi farketmez. 9.999 ile aynı şeydir. Güvenmiyorsunuzdur. Güvenmiyorsunuzdur.

Bu çok önemli bir nokta. Ah, derin bir nefes alın. Ben… ah, hepiniz bana kafa tutuyorsunuz. Ah! “İyi de, kendimle olan bu güvene nasıl ulaşacağım?” diyorsunuz. Bir seçim yapın ve derin bir nefes alın. Hepsi bu. Ve her seferinde… ha, işte düğüm noktası. Gelecek hafta falan – 10 gün içinde, bir hafta ila 10 gün içerisinde – kendinize güvenmek konusunda şu anla bağlantısı olan bir deneyim yaşayacaksınız.

Bir şey olacak – ve ben ne olduğunu söylemedim, sadece bir şey dedim – ve o size burada yaptığımız konuşmayı hatırlatacak, tetikleyecek. Ve size, çok bilinçli bir seçim yapma fırsatı sunacak. “Kendime güveniyor muyum? Yoksa dramlara mı kapılıyorum, sorguluyor muyum, gerçekten değersiz olduğum hissine mi kapılıyorum?” Bir deneyim yaşayacaksınız. Sonradan onu kağıda dökün. Onunla ilgili küçük bir öykü yazın. Bu, o enerjiyi topraklamanızı sağlar, ve ayrıca, yakında birlikte gerçekleştireceğimiz başka bir kitap için de yararlı olabilir.

Aamyo

Bugün az çok bir Zen günü olacak, pekâla, ve teşekkürler Robert, böyle giyindiğin için. Şalınla birlikte ayağa kalkmanın bir sakıncası var mı? Bugün çok Zen görünüyorsun. (Robert kalkar) Evet, Zen rahibi görüntüsü, evet. (bazı alkışlar)

Kendine mutlak güven için bir kelime var – Zen-imsi bir kelime. Aamyo. Aamyo. Söyleyebilir misiniz? (izleyiciler ve Adamus birlikte söylerler, “Aamyo”) Diğer alemlerde bu aslında bir kelime değildir. Bir tür titreşimdir. Aaaa-mmmm-yoooo. Yuvarlanır sanki. Hadi yapalım. Aaaaa-mmmm-yoooo.

Mutlak güven – dünyaya değil, dışsal dünyaya değil, başka insanlara değil, tanrılara, varlıklara ya da herhangi başka bir şeye değil, yabancı varlıklara, uzaylılara değil – ama kendine. Aamyo. “Aamyo. Ben o Ben’im. Hayatımda ne olup bitiyorsa, onu kendimin daha yüksek hayrı için mutlak biçimde yarattığımı biliyorum. Ceza olsun diye değil, bazı” – küfür edemiyorum, ama – “bazı dersler almak için değil, kötü olduğum için değil. Ben onu aslında daha büyük iyiliğim için yaratıyorum.”

Bu noktaya vardığınız an, sizin için daha önce bilinmeyen olan potansiyellerin kilidini açarsınız. Bu Aamyo, mutlak güven – “Kendi hayatımı ben yaratıyorum; dışsal durumların nasıl görüneceği umurumda değil, onu yine de ben yaratıyorum” – alanında olduğunuz an, şeyler gerçekten hareket etmeye başlayabilir. İşte o zaman biraz eğlenmeye başlayabiliriz, ki bunu bir dakikaya kadar gerçekleştireceğiz. Aamyo.

Aamyo saf, kesinlikle saf, o saf benliktir, aslında, az çok Ben’im’in gerçekleşmesidir. Aamyo, olan herşeyden kuşkulanmayı bıraktığınız, olanı analiz etmeye çalışmaktan vazgeçtiğiniz yerdir. “Herşey benim tarafımdan” – adına her ne demek isterseniz – “daha yüksek iyiliğim için, kendi genişlemem için ya da kendi yaşam sevincim için yaratılıyor. En ufak şey dahi.” İşte kendine olan bu güven düzeyi, tüm Yükselmiş Üstatların Dünya’daki son yaşamlarında peşine düştükleri, ya da deneyimledikleri diyeyim, şeydi. Bu – aamyo – en son ve belki de en coşkulu adımdı da denebilir.

Bir an için hayal edin, imgeleyin, istiyorsanız gözlerinizi kapatın, ama kendine mutlak biçimde koşulsuz olarak güvenmek nasıl bir şeydir, hayal edin. Aamyo. Bu, bedeninize güvenmeyi de içerir. Evet, hastalansa bile ya da ağrısı varsa, ona güvenebilir misiniz? Aamyo. Olan her neyse, benliğinize duyduğunuz sevgiden ötürü onu siz yarattınız.

Olan şudur, aamyo’yu gerçekten bilinçli bir şekilde anlamaya başladığınızda, küçük şeyler için kaygılanmaktan vazgeçersiniz. Sonra ne olacak diye kaygılanmaktan vazgeçersiniz, anlıyor musunuz, çünkü sonra olanların mutlak biçimde mükemmel olduğunu farkedersiniz. Ama aamyo içinde olduğunuz an, bir hastalığın tüm potansiyelleri de açılmış olur – ki bu aslında bir hastalık değildir; sadece net, açık bir işarettir. Çok uzun zamandır odaklandığınız o bolluk yoksunluğu – yoksunluk – gibi şeylerin potansiyellerini açar. Ama “bunu ben yarattım” dediğinizde, o birdenbire dışarıya doğru genişler, en yüksek gerçek potansiyeli açar. O zaman hayatınızda artık tüm o çöpleri deneyimlemeniz gerekmez. O zaman bunları, kötü senaryo dediğiniz şeyleri, artık yaşamınıza getirmezsiniz, çünkü artık onlara gerek kalmamıştır. Sizin, ruhunuz diyeceğiniz, artık dikkatinizi çekmiştir, ve o sizden sadece kendinize, size güvenmenizi istemiştir.

Peki aamyo’nun antitezi ne olabilir? Makyo! (kahkahalar) kesinlikle. Makyo.

Şimdi, onun ne olduğunu bilmeyenleriniz için, makyo sözü… sahte anlamına gelir, hayâli, dikkat dağıtıcı, ve ayrıca benim – bu kelimeyi söyleyebilir miyim? Onu yazmam gerekecek, çünkü benden bir grup önünde bok dememem istendi. (kahkahalar; Adamus yazar “bullsheet”) İşte böyle, İspanyolcası, bullsheet, evet. (kahkahalar) No hablo inglés (İngilizce konuşmuyorum).

Böylece, saflık, güven, artık kısıtlama yok, ve gerçek, anlamına gelen aamyo’nun karşıtı, bir anlamda makyo’dur da diyebilirsiniz. Şimdi, makyo devreye giriyor, ben genelde bu kelimeyi spiritüel dikkat dağılımı ya da spiritüel palavrayla ilişkilendiriyorum, ve o oluyor. Şimdiye kadar tanıdığım, ruhsal yolda olan herkese oluyor, Buda dahil – orada çok makyo vardı – zamanların bazı ruhsal liderleri dahil, şimdiye kadar tanıdığım her Yükselmiş Üstat dahil. Onlar, yolculuk sırasında bu makyo noktasına gelirler. Bu, kendini gerçekleştirmenin sonlarına doğru olur, ve onlar kendilerini bir dolu saçmalıkla – spiritüel bok püsürle, belâgatlı, dogmatik, düzenli ve yapılanmış şeylerle – kirletmeye başlarlar. Ve ben bu yüzden – bazen insanları sinirlendiriyorum – ama astrolojiyi bırakın diyorum. Şimdi, ben astrolojiye bayılırım, ama bağımlılık halini aldığı zaman değil. Ellerimi ve bedenimi süsledikleri zaman kristallere bayılırım…

LİNDA: Kulübüme hoşgeldin.

ADAMUS: … mücevheratta, takılarda olduğu gibi. Biliyor musunuz, Tarot’a bayılırım, doğru yapıldığı zaman, kişiye gücü teslim edildiği zaman. Ama tüm bu şeyler, Şambra dahil, makyo olabilir.

Tüm bu şeyler dikkati dağıtan şeyler haline geliyor. Onlar sahtedir, yalandır. Birkaç sebepten ötürü oraya yerleştirilmişlerdir. Bir tanesi, bir boşluğu doldurmak amacıyladır, çünkü uyanış sürecinin bu bölümüne vardığınız zaman, ansızın önünüzde büyük bir boşluk, büyük bir hiçlik olduğunu algılarsınız. Başka bir deyişle, tüm o insan oyunlarının salıverilmesinin ötesini göremezsiniz, onun için de önünüz boş hissedilir. O zaman da çoğu kez yolunuza makyo’yu koyarsınız, yola bir dolu dikkat dağıtıcı şey koyarsınız, bir boşluğu doldurmak için.

Şimdi, tüm yaratımda hiç boşluk olmadığı biline. Olamaz. Bu boyutta, herhangi bir başka boyutta, boşluk yoktur. Boşluk yoktur. Boşluklar olduğu inancından kurtulun. Olamaz, çünkü bu yaratımdır. Olamaz. Böylece siz, geleceğinizi ya da bu yaklaşan boşluğu bir dolu saçmalıkla, bir oyunla dolduruyorsunuz.

Makyo oraya çok sık konuyor, çünkü oyunu bitirmeye direnç oluyor, böylece bunlar, oraya yerleştirilen daha fazla oyun fişi ya da oyuncak oluyor.

Makyo – tüm bu dikkat dağıtıcılar ve diğer herşey – ayrıca, şu anda önünüzde duran gerçek sorunla yüzleşmek istemediğiniz için de oraya konuyor, ve o gerçek sorun aamyo’dur. Güven.

Ben, sizin deyiminizle, çok, çok yol kat etmiş, yükseliş statüsü diyeceğiniz hale ulaşmış, çok bilge, inanılmaz, parlak insanların birdenbire makyo’ya kapıldığını gördüm. Birdenbire son anda sahteliğe kapılıyorlar. Onu bir şeyle doldurmaları gerekiyor. O adımı atmaktan – kendine duyulan yüzde 100 güvenden – tam anlamıyla korkuyorlar. 99.9’a ulaşabilirler, ama bu, ötesine geçilecek korkulu bir çizgiydi. Hep bir direnme ya da ayak sürüme olur. “…..dan başka kendimle ilgili herşeye güvenebilirim” ve boşluğu doldurursunuz. “Görünüşümden başka; zekâmdan başka, başkalarına nasıl göründüğümden başka.” Bu, spiritüel işçiler için, spiritüel liderler için büyük bir tuzaktır. Birdenbire, başka insanların önüne belli bir şekilde çıkmaları gerektiğini düşünürler – bilge, zeki, beyaz ışık yayan ve kutsayan ve bilge söylemlerde bulunan biri olarak. Hiç de değil!! Hiç değil. Aslında, gerçek bir spiritüel öğretmen ve işçi, gerçek bir insan olur, çünkü ondan (insan olmaktan) korkmaz. Ondan korkmazlar. Pekâla, mutlak güven.

Peki şimdi, konuşmamızın pratik kısmına geçelim. Ben dialara ayrılan zamandan çalmak istemiyorum. (kahkahalar)

LİNDA: Biz daha çok yiyecekler açısından kaygılanıyoruz.

ADAMUS: Biz aamyo – mutlak güven – hakkında konuşmayı sürdüreceğiz, ama bu arada, bu gece, yarın, grup olarak çıkıp kaosa, ihanete ve potansiyel felakete gittiğimizde, kendi aamyo’nuza bakma fırsatına sahip olacaksınız. Bunun gerçek olduğuna, grup deneyimimizin gerçek olacağı konusunda kendinize güveniyor musunuz? Yoksa bunu sadece uyduruyor muyuz?

Görüyor musunuz, o güveni tetikleyen düzeyi görüyor musunuz? “Ya bunu sadece uyduruyorsak?” (birisi, “Farketmez” der) Eh, farketmez. Kesinlikle. Kesinlikle, bir yüzlüğüm daha olsaydı… ama sen sadece bunun için bir Adamus ödülü alacaksın. Farketmez.

LİNDA: Kim?

ADAMUS: Arkadaki güzel hanımefendi.

LİNDA: Hangisi?

ADAMUS: Elini kaldıracak.

LİNDA: Tamam.

ADAMUS: Biliyor musunuz, bazılarınız benimle bu konuda, farketmez konusunda tartışacak. “Peki ya bunların hepsini uyduruyorsak? Ya bu sadece parlak bir dikkat dağıtıcısıysa?” Ve ben de derim ki, aslında farketmez. Gerçekten etmez. Kesinlikle.

Böylece bununla birlikte derin bir nefes alalım.

Böylece bu gece ve önünüzdeki 10 gün içinde makyo ve aamyo’yu, her ikisini de deneyimleme fırsatına sahip olacaksınız. Ve bu herhangi bir ceza ya da ders değildir. Bu, onu düşünmek yerine gerçekten hissetmeye başlayabilesiniz diye kendinize verdiğiniz bir deneyimdir; onun, Paul, onun kalbine girebileceğin (bir deneyim) – ver, ver… (Paul’un cep telefonunu alır) Hayır, hayalarını istemiyorum, sadece telefonunu istiyorum, (kahkahalar) tamam, teşekkür ederim – aslında onun gerçek hissine girebileceğin (bir deneyim). (Paul’un telefonu için yalvarıp da Adamus’un sırıtması üzerine kahkahalar tekrar yükselir) Suçüstü yakalandın. Suçüstü yakalandın.

Böylece… (Adamus telefonu kulağına götürür) Çalıyor! Alo? Tobias? Sen misin? (kahkahalar) Ha, Kuthumi. Seninle sonra konuşacağım. Biliyorum önemli, ama şu anda bir grubum var, konuşuyoruz. Hepimiz daha sonra orada olacağız. Tamam, teşekkürler. Ha, namaste. (yoğun kahkahalar)

Aşılama/Akıtma

Pekâla, tamam, şimdi pratik uygulamaya geçiyoruz. İşte şimdi eğlenceli olacak. Pekâla, herkesin bir nesnesi olacak. Paul, senin nesnen o yüzlük olacak. Herkes çantasından bir nesne çıkartsın. Takı olabilir, para olabilir, lanet olası cep telefonunuz olabilir, herhangi bir şey olabilir. Kalem olabilir, evet. Evet, evet. Size ait olan bir şey, başkasının olan bir şey değil. Anahtar olabilir, para olabilir.

(Linda’ya) Peki seninki nedir?

LİNDA: Senin takıların.

ADAMUS: Hayır, onlar benim takılarım. Senin olmak zorunda.

LİNDA: Ha.

ADAMUS: Sana ait olan bir şey olmalı.

LİNDA: Ona sahip çıkamaz mıyım?

ADAMUS: Herhangi bir şey. Bugün güzel bir yüzük takmışsın.

LİNDA: Tamam.

ADAMUS: Güzel bir yüzük. Daha fazla mücevher mi istiyorsun?

LİNDA: Evet!

ADAMUS: Hadi başlıyoruz. (kahkahalar)

Şimdi, biz, benim aşılama ya da akıtma diyeceğim bir işlemi başlatacağız ve sürdüreceğiz. Ben burada biraz Aandrah ve On’dan ödünç alıyorum. Onlar ruh füzyonu (ruh kaynaştırması) üzerine bir kurs veriyorlar. Ruh füzyonu.

Şu anda olan şudur – ve ben sinir oluyorum… kelimeler bunu her zaman tanımlayamıyor – ama ruhunuz ve insanlığınız ve veçheleriniz, hepsi birleşip bütünleşiyor. Onlar kaynaşıyor. Aslında gerçekte asla ayrı olmadılar. Bu bir yanılgıdır. Ama siz içinizdeki Tanrı’yla çok güçlü bir ayrılık yanılsaması yarattınız. O (bütünlük) zaten oradadır, dışarlarda bir yerlerde değil. Siz veçhelerinizle – kendinizin parçalanmış yanlarıyla – ilgili çok güçlü bir inanç ve güçlü bir yanılsama yarattınız, onlar bazen düzenli olarak bütünlenme için geri gelseler de çoğu zaman çok parçalanmış haldeler.

Yani bu büyük bir yanılsama. Ve şu anda olan şudur – bir anlığına dikkatinizi bana verin – şu anda olan şudur, bu yeniden kaynaşmaktadır. (Adamus kendine kahve koyar ve bir kurabiyeden ısırık alır) Pekâla. Siz kurabiyelere el atmadan önce benim birkaç tane yemem gerekiyordu. Sonra geriye hiçbir şey kalmıyor da.

Şimdi, ruh ve benlik yeniden kaynaşırken, herşey kendi doğal birliğine geri gelirken, bu aynı zamanda sizin için o muazzam, güzel Tanrı-benliğinizin enerjisini alıp, onu yaşamınızdaki nesnelere akıtmaya başlamak zamanıdır. Onu aşılamak, akıtmak.

Bu noktada birkaç hatırlatma yapalım: Bunu başka insanlarla yapmayın. Sadece size ait olan, sizin olan nesnelere yapın. Sadece size ait olan. Ödünç alınmış nesneler kullanmayın. Çocuklarınızı kullanmayın. Bunun için tercihen köpeklerinizi kullanmayın. Bunu nesnelerle yapın. Biz enerjiyi akıtmaya başlayacağız. Biz onu para, cep telefonları, arabanız, bilgisayarınız gibi size ait olan herhangi bir parçaya yerleştirmeye başlayacağız.

Sizinle tüm çevrenizdeki gerçeklik arasında doğal olmayan bir engel var. Kendinizi diğer herşeyden ve aynı zamanda kendinizden de ayırmanın böyle bir yolunu – gerçekten çok akıllıca olan bu yolu – buldunuz. Kendinizi bu gezegenden ayırıyorsunuz, sanki o ayrı bir gezegenmiş de siz de buradaymışınız gibi, ve bugün Toprak Ana – Gaia – burada. Sence bir sakıncası yoksa ayağa kalkar mısın… evet, evet. Teşekkür ederiz. Teşekkür ederiz. (Gaia kılığına girmiş bir hanımın ayağa kalkması üzerine izleyiciler alkışlar)

Pekâla, ve Dünya üzerinde tümüyle bedenlenmiş olmanıza bir bakıma duyduğunuz kızgınlık ya da direnç yüzünden, kendinizi yaşamınızdaki nesnelerden de ayırdınız. Ve maddi şeylerin sizi burada tutsak edeceğine ilişkin bir inanç da var. Oysa etmezler. Doğrusu, onlar sizin özgürleşmenize yardımcı olacaklar.

Böylece biz şimdi akıtmaya başlayacağız… enerjinizi, yaşamınızdaki şeylerinize akıtmaya başlayacaksınız, ve bunu çok basit bir biçimde yaparsınız. (Linda’ya döner)

LİNDA: Ne?

ADAMUS: Aranıyorum…

LİNDA: Ne?

ADAMUS: … Cauldre için bir nesne. Senin yüzüğünü alacağım, sadece göstermek amacıyla. Bu çok kolaydır.

Şimdi, ışıyan bir varlık olduğunuzu anlayın, bunu bilseniz de bilmeseniz de. Her an enerjileri yayarsınız. Bazı enerjiler elektriksel ya da manyetik özelliklere sahiptir; bazısı, sizin ışık diyeceğiniz, bilirsiniz, ışıktaki gibi ışık (tavandaki ışıkları gösterir) özelliklerine sahiptir; ve bazısı da daha çok bu saf ruhsal enerji yelpazesine sahiptir. Sizler sürekli ışırsınız, ama bunu bir şekilde odaklanmadan, bilinçsiz gerçekleştirirsiniz.

Enerjinizi, hiçbir beklenti ya da gündem olmadan nesnelere akıtmaya başlayabilirsiniz. Nesneyi başka bir şeye dönüştürmeye çalışmazsınız; tam anlamıyla kendinizi paylaşırsınız. Ve bunu yaptığınız zaman, kendinizi bu yüzüğe akıttığınız zaman, içinizdeki hiçbir şeyi teslim etmezsiniz. Öz enerjinizin bir bölümünü alıp da başka bir yere yerleştirmiyorsunuzdur, çünkü şimdi Yeni Enerjide, asla bir kayıp söz konusu değildir. Hep kazanç vardır. Bakın, Yeni Enerji farklı çalışır. O asla alıp götürülemez, ortadan kaldırılamaz. Enerjinin özsel değeri hep aynı kalır ya da büyür. Bu nedenle, kendinizin bir parçasını teslim ediyorsunuz diye kaygılanmayın.

Biz burada aşılamaya başlayacağız, ya da bazılarınızın kaynaşma dediğine – bir kaynaşmaya ve birleşmeye. Kaynaşmanın Fransızcası, Mélange mı? (izleyizilerden biri onaylar, “Mélange”) Mélange (Melanj). Bu kulağa füzyondan daha güzel gelmiyor mu?

Diyelim ki buna ne isterseniz diyebilirsiniz… hadi birlikte, mélange diyelim. Onu… bir sakıncası var mı? (Alain kelimeyi Fransızca aksanıyla söyler, “mélange”) Mikrofon lütfen.

LİNDA: Hemen.

ADAMUS: Bunun içindeki nüansları gerçekten duymanız gerekiyor, Fransız dilinin güzelliğini.

ALAIN: Mélange.

ADAMUS: Mélange. (ağız dolusu kurabiyeyle söyler) Mélange. (yoğun kahkahalar) Cauldre, ağzı doluyken daha güzel Fransızca konuşabiliyor. (yoğun kahkahalar)

Böylece, biz akıtmaya başlayacağız. Ve bu akıtma kafanızı karıştırmasın. Bu çok basit bir işlemdir. Neden? Neden. Biz bunu neden yapıyoruz? Çünkü bu yüzük, ya da elinizde hangi nesneyi tutuyorsanız, burada gördüğünüzden çok daha fazla potansiyele sahiptir. Açıkça görünen, birkaç küçük taş – ben gerçekten Cauldre’nın ona (Linda’ya) daha büyük taşlar – ve biraz da altın – almasını isterdim. Bu arada, altın – ve biz göreceğiz ki… biz değerli taşlara ve mücevherata girmeye başlayacağız.

LİNDA: Canım benim. (kahkahalar)

ADAMUS: Altın güzeldir, çünkü altın, simya sırasında enerjileri dengelemek açısından herhalde en iyi insansı cisimdir. Simyacılar şeyleri altına dönüştürmeye çalışmıyorlardı; onlar gerçek altını ya da altının enerji dinamiklerini, bir işlemi dengelemek için kullanıyorlardı. Her simya kullanışınızda, her dönüştürdüğünüzde, bir şeyin içindeki enerjiyi her ortaya çıkarışınızda, muazzam bir enerji alışverişi ve dönüşüm gerçekleşir. Ve bu aslında fazla güçlü olabilir. Simyacıların altınla çalışmasının nedeni, altının işlemi dengelemenin bir yoluna sahip olmasındandır, böylece sizi bunaltmaz. Küçücük bir altın, simyayı gerçekten dengelemede büyük iş görür.

Peki biz neden akıtma/aşılama yapacağız? Eh, çünkü bu yüzük, bir yüzükten çok daha fazlasıdır da ondan. Bu yüzük, daha farketmeye bile başlamadığınız potansiyellere sahiptir. Şimdi sahip olduğun o yüz dolarlık banknot – o senindir, artık Cauldre’nın değil – içinde potansiyellere sahiptir. Bir kağıt parçasıdır ama, akıtma ya da aşılama yoluyla muazzam potansiyellere sahiptir. Başka bir deyişle, başka bir insan size alçakça bir şey yapacak ya da kötü bir ruh sizi ele geçirecek kaygısını taşımadan o nesneye bir parçanızı yerleştirecek kadar benliğinize güvenmek. Ruhlar sizi ele geçirmek istemezler. Güvenin bana. Gelişiminizin bulunduğunuz noktasında değil. Siz onlar için fazla temiz, fazla berraksınız. Onlar başka insanların peşinden gidiyorlar. Bundan daha sonra söz edeceğim.

Pekâla, akıtmayı nasıl yaparsınız?

(Adamus derin bir nefes alır ve yumuşak bir şekilde yüzüğe üfler)

İşte yaptım. Derin bir nefes aldım. Gevşedim. Hiçbir beklenti yok. Değişimi zorlamak yok. İteleme yok, direnç yok. Kendime o kadar güveniyorum ki, kaygılanmam gerekmiyor. Ve nefes yoluyla paylaştım. Akıttım. Hiçbir talebim olmadan, “Tamam, şimdi daha büyük beş yüzüğe dönüşmelisin” demeden, bu nesneye genişledim. Bu beklenti vs gibi şeylerin hiçbiri olmadan; ama hayatımla ilgili öylesine bir sevinç hissediyorum ki, bunu çevremdeki fiziksel cisimlerle de paylaşabilirim.

Şimdi, derin bir nefes alın.

Nesnenizi elinize alın. Tüm beklentileri salıverin. Kendinize güvenin. Aamyo. Aamyo. Ve sadece kendinizi o nesneye üfleyin.

(duraklama, izleyiciler nesnelerine enerjilerini akıtır)

Eğer, “Sen ne halt ettiğini sanıyorsun?” ya da “Offf, öğleyin sarımsak yememeliydim!” diyen o küçük zihinsel sızlanma devreye girerse, salıverin gitsin.

Siz şimdi az önce kendi – bu arada, nefes, gerçekleştirmesi en kolay olandır; bir dolu başka şey de var, ama nefes kolaydır – siz az önce kendi benliğinizi, Ben’im’inizi, aamyo’nuzu, bu nesneyle paylaştınız.

Bu, prana değildir. Chi (Çi) değildir. Bu, evrensel Alan enerjisi falan değildir. Bu sizdir. Anladınız mı? Başka bir yerden gelmiyor. Başka bir gezegende bulunan bir enerji havuzuna falan gitmiyorsunuz. Bu, şeylerden akan o tipik yaşam gücü enerjisi değil. Bu sizdir. Saf siz.

Şimdi, olan şudur, o nesne ansızın sizi üstlenir, benimser. Siz şimdi onun içindesiniz. Kapana kısılmış değilsiniz, ama onun bir parçası haline geldiniz. Bu derin güven derecesiyle, aamyo’yla, ondan korkmuyorsunuz. “Aman Allah’ım, az önce tüm kötü karmamı buna yerleştirdim” diye korkmuyorsunuz. O sizin saflığınızdır. Sizin aamyo’nuzdur. Hatta aamyo’yu şarkı olarak da söyleyebilirsiniz. Aaaaaaaammmmmyoooooooo.

Benim saflığım, benim sevgim ona geçiyor. Teşekkür ederim. (Yüzüğü Linda’ya geri verir) İzle, onun potansiyelleri nasıl ortaya çıkardığını gözle.

Şimdi, şunu sorayım. Birdenbire – şunu geri alabilir miyim? (Linda’ya) – …. Şimdi, bunun içine nefesinizi üflüyorsunuz, bu güzel yüzüğe, ve ansızın onu kaybediyorsunuz… ne olur? (yüzüğü arkadaki kapıdan atıyormuş gibi yapar, Linda nefesini tutar)

LİNDA: Bunu düşünme bile!

ADAMUS: Ben onu buraya, bugün ele geçirilmiş diğer aletlerin yanına koyuyorum. Pekâla, o nesneyi ansızın kaybettiniz. “Olamaz! Yanlış yaptım! Ve şimdi kötü bir büyü gibi geri tepiyor.” Hayır. Bunun kesinlikle olması gerekiyordu. Aamyo’ya geri dönün. Burada olan, meydana gelen bir şey vardır. O yüzük kaybolmamıştır. O yüzük başka bir boyuta, fiziksel olmayan bir boyuta genişlemiştir.

LİNDA: Bu yılki doğum günü armağanımın başına gelen bu muydu?

ADAMUS: Tam olarak buydu. Tam olarak buydu! Öyküyü anlatabilirsin.

LİNDA: Türkiye’de Kapalıçarşı’ya gitmiştik, ve çarşıdaki o güzelim şeylere bakıyorduk, ve birden Geoff, sanırım bazı tesirlerin etkisiyle, o güzel altın bileziği gördü ve bana almayı teklif etti. Enfes bir şeydi. Çok değerliydi. Ve ben bayıldım ve kabul ettim ve bileğime taktım, ve Mısır’a giderken uçakta yok oldu. Hüü, hüü, hüü, hüü. (ağlıyormuş gibi yapması üzerine kahkahalar yükselir)

ADAMUS: Yok oldu mu acaba? Yok oldu mu acaba? Yoksa başka bir şey mi oldu? Başka bir boyuta mı kaydı? Ya da bir Türk’ün ya da Mısır’lının bileğine mi kaydı? Farketmez. Farketmez, çünkü onun içinde çok güzel bir enerji vardı. Sadece cismin altını ve sadece güzelliği değil, ama Cauldre’nın sevecen enerjisi ve Linda’nın doğumgünü vardı.

Şimdi, makyo der ki, “Ben yanlış bir şey yaptım. Dikkatli değilim. Eşyalarıma daha iyi bakmam gerekir.” Ya da, makyo için başka bir örnek, Linda’nın kullandığı örnek, “Sevgiye değer değilim.”

LİNDA: Bu çok açıktı. Teşekkür ederim.

ADAMUS: Çok açık. (kahkahalar) “Bunu hak etmiyorum. Yeterince iyi bir eş değilim. Ben… bu güzel armağanı kabul edemem.” (Linda ona bir yastık atar) Sadece ben vurabilirim. (kahkahalar)

İşte bu makyo’dur. Saçmalık. Aamyo şudur, “Bu armağan, vermeyi sürdürecek. Bu armağan gidip genişledi. Benim bileğimde olsa güzel olurdu ama olması gerekmiyor. Bu armağan oralarda bir yerlerde ve bir dolu başka armağanı geri getiriyor.”

Herşey bilincinize bağlı – bilincinize. Eğer makyo’daysanız, haklısınız. O şeyi kaybetmişinizdir ve asla geri gelmeyecektir.Eğer aamyo’daysanız, onun içindeki potansiyelleri açığa çıkarmışınızdır, ki birçok potansiyele sahipti. Bu kadar güven duyabilir misiniz? (birisi, “Vaay” der) Vaay, doğrudur. Vaay. Bu, bu Yeni Enerjideki hayattır, ve bizim gerçekleştirdiğimiz de budur.

Şimdi geri dönelim ve… (Linda’yı öper) Bu, Cauldre’dan geldi. Pekâla, akıtma, buna geri dönelim. Birleşme, kaynaşma, kay… kay…

Böylece şimdi sizden bunu cisimlerle yapmanızı isteyeceğim, ve bunu her an, her yerde yapabilirsiniz. Çevrenizdekiler… senin şu şeyini alabilir miyim… şimdi bunu kullanacağım. (Paul’un cep telefonunu alır)

LİNDA: Eyvah.

ADAMUS: Çevrenizde insanlar olsa bile, ve siz de birazcık akıtma/aşılama yapmak istiyorsanız… (telefonu tutup da ‘gizlice’ ona üflemesi kahkahalara neden olur) onların farketmesi bile gerekmiyor. Ya da konuşuyormuş gibi davranabilirsiniz… (telefonu kulağına götürür ve yandan ona nefes verir, yoğun kahkahalar) Görüyor musunuz, enerjinizi herşeye akıtabilirsiniz.

Pratik Uygulamalar

Pekâla, bunun bazı pratik uygulamaları nelerdir … eh, herşeyden önce, bunu yapma amacını hatırlayın, siz Ben’im’inizi paylaşıyorsunuz. Şimdi öylesine cesur ve öylesine güvenlisiniz ki, çıkıp sahip olduğunuz herşeyi onunla gübreleyebiliyorsunuz. Onu yayıyorsunuz. O, nesnelere hayat verecektir. Onlara hayat verecektir.

Bunu bir deneyin isterseniz. Evinizde küçük bir biblo, küçük bir heykelcik varsa – saklasanız ve bana ondan söz etmeseniz bile, hepinizin evinde olduğunu biliyorum – bir Kuan Yin biblosu, İsa biblosu. Ama lütfen, çarmıhtaki İsa’yı kullanmayın, bilirsiniz, hani sade bir İsa biblosu. Ya da şu cicili bicili biblolardan birini. Şimdilik bir Adamus biblosunun satıldığını hiç sanmıyorum, ama inanılmaz olurdu. Ya da gidin çarşıdan bir şey alın. Belirli bir şeyi tanımlaması bile gerekmiyor. İçi doldurulmuş bir hayvan olabilir, bir bebek olabilir ya da bir şey.

Akıtmaya başlayın. (bir fincana nefesini üfleyerek gösterir) O nesneye hayat vereceksiniz. Canlı-olmayan bir nesne, küçük bir biblo – ona hayat vermeye başlayacaksınız.

O sizin enerjinizi tutmaya, taşımaya ve ifade etmeye başlayacaktır. O sizin doğal bir uzantınızdır. O nesne komodininizde duracaktır ya da başka bir yerde, ve birkaç ay boyunca ona yumuşak bir biçimde – anahtar kelime bu, yumuşak biçimde – (enerjinizi) akıttıktan sonra, ansızın ona bakacaksınız ve o şarkı söylüyor ve dans ediyor olacak. Bu, başkaları da onun şarkı söyleyip dans ettiğini görecek anlamına mı geliyor? Hayır. Görecekler mi? Herhalde. Herhalde. Ya da sadece odada bazı garip şeylerin olageldiğini farkedecekler. Ama o şarkı söylemeye ve dans etmeye ya da konuşmaya başlayacak, ve o sizdir. Bunu asla unutmayın. O sizdir. Sizdir. Bu, sizin nesnelerdeki sevginiz ve sevincinizdir. Ve o bunu yaparken, aynı zamanda da potansiyelleri açığa çıkartacaktır. Bu, o şeylere tapmakla ilgili değildir. Bu, kendinize şimdi öyle bir güven besliyorsunuz ki, kendinizi açıp o güveni – ah, aamyo – herşeyle paylaşabilirsiniz demektir.

Hadi, bize kalan şu son dokuz dakikada bununla ilgili bazı pratik uygulamalar düşünelim. Pekâla, Linda mikrofonla, lütfen.

LİNDA: Memnuniyetle.

ADAMUS: Ve lütfen, hatırlatayım – şu anda yalnızca size ait nesneler. Ve biliyorum, bazılarınız gidip eşlerinize üflemeye kalkacak. Yapmayın bunu. (kahkahalar) Bu, şefkat yoksunluğudur. Sadece size ait nesneler ya da size ait mallar ya da adına her ne demek istiyorsanız. Bu noktada gerçekten evcil hayvanları da önermem. Bir ara bunu da ele alacağız. Evet, onlara “sahipsiniz”. Ama hayır, aslında değilsiniz. Onlar buna karşılık vermeye bayılacaklar. Onlar – evet, biriniz anladı bile – onlar zaten buna karşılık veriyorlar. Zaten veriyorlar. O evcil hayvan sizdir, ama bunu bilinçli olarak yapmıyorsunuz. Kendinizi bunu yapmaktan birazcık daha alıkoyun.

Ağaç gibi şeyler. Sadece yürüyün dışarda, ağaçlardan şu anda uzak durun. Sahip olduğunuz nesneler, size ait olanlar. Mücevherat. Hadi başka şeyler de düşünelim. Pratik uygulamalar. Hayatınızdaki maddesel nesneleri hayata geçirecek ve potansiyelleri açığa çıkartacaksınız.

LİNDA: Dolmakalemim.

ADAMUS: Dolmakalemin. Dolmakalem güzel bir örnek. Peki neden bir dolmakalem?

LİNDA: Benim adıma ifade etsin diye dolmakaleme akışı yaratmak için.

ADAMUS: Ve bu sadece nesneleriniz için. Hayvanlar yok. İnsanlar yok. Bunu basit tutun, özellikle de önünüzdeki bir ya da iki ay boyunca.

Pekâla, tamam, bir dolmakalem. Şimdi dolmakaleme nefesini üflersin. Aamyo’yu gerçekleştirirsin. Kendini açarsın. Kendi enerjini akıtırsın – bu kelimeyi hatırlayın, akıtmak. Prana değil, diğer şeylerden birini değil – kendi enerjinizi, kendi ruhsal benliğinizi.

Pekâla, senin dolmakalemin. Tamam.

CAROL: Peki ya araban.

ADAMUS: Araba. Mükemmel bir nesne. Bir ödül verin. Bir ödül, evet.

LİNDA: Kimdi o? Kimdi? Carol.

ADAMUS: Araba. Şimdi, siz bunu yapıyorsunuz – bunu biliyorsunuz – bunu zaten yapıyorsunuz, ama bilinçli yapmıyorsunuz. O arabayı üzerinize aldıktan birkaç gün sonra o siz olur. Ve sizin şeyleriniz arabada birikir. Arabanızla sorunlar mı yaşıyorsunuz? Derin bir nefes alın. Araba aslında kendinin başka bir potansiyeline geçebilir ve size çok daha muhteşem bir şekilde hizmet edebilir, ki bunu yapmak isteyip de yapamamıştır.

Aamyo’yu kullanın, yolda giderken arabaya nefesinizi üfleyin. Ha, ha, ha, ha, ha, ha (Adamus bir yandan çok hızlı nefes alırken, bir yandan da araba sürüyormuş gibi yapar; kahkahalar) Şimdi kendinizi arabanıza akıtmak için bilinçli bir seçim yaparsınız. O da yeni potansiyelleri ortaya çıkartır. Size hizmet edecektir, sizi daha güvenli  ve daha güvenilir biçimde dolaştırır ve eskiye kıyasla daha az benzin harcar. Kesinlikle.

Sonraki.

KATHLEEN: Bilgisayar!

ADAMUS: Tabii ki. Mikrofonu kullanalım.

JOSHUA: Kredi kartım.

ADAMUS: Kredi kartın! Buna bayıldım! Buna bayıldım! (izleyiciler alkışlar)

Şimdi, hatırlayın, beklenti olmayacak, beklenti olmayacak. “Bütün borcumu kapat” demeyeceksin, yoksa birden bir tür kutupluluğu ya da dualiteyi devreye sokmuş olursun. Ve buna bulaşmak istemezsin. Sadece kendini ona akıtırsın. O kredi kartı canlanır. Yeni potansiyelleri açığa çıkartır. Sen kendine güven içindesindir, onun için potansiyellerden korkmazsın. Onlarla başa çıkabilirsin, ve ona nefes verirsin. Mükemmel. Mükemmel. Bir Adamus ödülü aldın mı?

LİNDA: Onun icabına baktım bile.

ADAMUS: İki tane alması gerektiğini düşünüyorum. Görüyor musun? O kredi kartı şimdiden çalışmaya başladı. (kahkahalar) Pekâla mikrofonu bekleyelim. Peki sonraki.

LİNDA: İşte burada.

KATHLYN: İş izin belgesi.

ADAMUS: İş izin belgesi. Bu da iyi. Ne tür bir iş?

LİNDA: Ne tür bir iş?

KATHLYN: Benim bahçe danışmanlığı işim var.

ADAMUS: Bahçe danışmanlığı. Güzel. Mükemmel. Ona, hiç bir gündemin, hiçbir beklentin olmadan nefesini üfle, ona ruhunu üflüyorsundur. Ve, biliyor musunuz, bir çoğunuz için, ruhunuz şu anda yaşamınızın içinde değil, oysa olmak istiyor. Sizin insanlığınız yaşamınızın içinde, ve içinde olmak istediğinden pek de emin değil. Gülebilirsiniz şimdi. (kahkahalar)

Böylece, tanrısallığın nefesini yaşamınıza veriyorsunuz. Bunun nasıl çalıştığını görüyor musunuz? Ne kadar da basit. Tanrısallık ayrılmıştı. Oralarda bir yerlerdeydi. Siz şimdi ruhunuzu yaşamınıza nefesinizle üflüyorsunuz. Evet! Evet! Heyecanlanıyorum. Peki başka? Başka?

INGE: Peki ya gözlüklerin?

ADAMUS: Gözlükler. Elbette. Elbette. Gözlükler, ama bir gündem, beklenti olmadan. Gözlerinizin daha iyi olacağına ilişkin bir beklenti olmasın. Mutlak güven. Bu, yüzünde taşıdığın bir şey olduğu için ve senin için orada olduğu için ona nefes veriyorsun. (sık nefes alarak) “Ha, ha, ha, netlik, ha, ha, ha, daha iyi gözler” demezsin. Sadece nefesle ruhunu ona üflüyorsundur. Sizinle maddesel dünyanız arasında bir ayrılık yerine, biz onları şimdi kaynaştırıyoruz, öyle değil mi Aandrah? Kesinlikle. Pekâla gözlükler. Başka? Önemli olan bir tane?

LİNDA: Bir dakika. Bir dakika. Burada.

ADAMUS: Sadece mikrofonla.

VINCE: Ev anahtarı. Ev anahtarı.

ADAMUS: Ev anahtarı. Peki o lanet evin tümüne ne oldu? Orada duruver – haa! (büyük bir nefesle üflemesi üzerine kahkahalar) Evet.

VINCE: Eh, ben senin kadar büyük düşünmüyorum!

ADAMUS: Ev mi anahtar mı? Ama evet, anahtar evini temsil ediyor, onun için bunu sadece anahtarınla yapabilirsin. Kesinlikle, evin. Evin, neredeyse diğer herşeyden daha çok senin enerjini içerir. Gerçekten. Çünkü o… eh, orada çok zaman geçirirsin, orası senin inzivaya çekildiğin yerdir. Peki, evine nefesini üflersin. Ruhun şimdi evine gelir, fiziksel evine. Ruhun başka bir eve gitmişti, ve şimdi yuvana gelebilir. Bunun nasıl çalıştığını görüyor musun? Sen kendini yaşamına getiriyorsun, akıtıyorsun, kaynaştırıyorsun, ve bu, önceden bilinmeyen potansiyelleri açığa çıkartıyor. Sonraki.

ALAYA: Merhaba Lara, Marty. Biliyorum şu anda evdesiniz. Yiyeceğimiz. Yiyecek.

ADAMUS: Yiyecek. Yediğiniz herşey. Kesinlikle! Ve lütfen, bilirsiniz, yiyeceklerinize büyü yapmaya çalışmıyorsunuz. Siz yiyeceği Reiki-leştirmeye çalışıyorsunuz. Onu kutsamazsınız bile. Kutsamanız gerekmez. Sadece ruhunuzun o yiyecekte olmasına izin verirsiniz, ve o, potansiyelleri açığa çıkartır, ister pizza olsun ister organik fasulye, ister biftek ister balık, ister patates kızartması ister baklagil olsun. Farketmez. Beslenmenizle ilgili tüm o şeylerden kurtulursunuz çünkü farketmez. Ruhunuz artık o yiyecektedir. Artık enerji ya da protein ya da herhangi başka bir şey için o yiyeceğe bağımlı değilsindir. Aslında yaptığın şey, “Ben buna zaten içimde sahibim, ve şimdi yemekten hoşlandığım için yiyeceğim” demektir. Larry.

LARRY: Tüm cüzdanım.

ADAMUS: Tüm cüzdanın. Tamam, evet. Bu da iyi, çünkü cüzdanın çok semboliktir. Cüzdanın ne durumda?

LARRY: Boş. (kahkahalar)

ADAMUS: Nasıl?

LARRY: Boş. O boş. Bir yüzlüğün var mı? (kahkahalar)

ADAMUS: Evet. Ağır mı hafif mi?

LARRY: Ağır.

ADAMUS: Kendine bakma. (Larry kameramanlığını yaptığı kameraya bakar)

LARRY: Ben sana bakıyorum, görüntünü kamerada yakaladığımdan emin olmak için.

ADAMUS: Cüzdanın. Kesinlikle haklısın. Şimdi, ben ama sana meydan okuyorum – sana – bunu güven içinde yapman konusunda meydan okuyorum. Bunu makyo halinden yapmak değil de, bir ihtiyaç ya da boşluk olduğu hissinden değil de, bir aamyo halinden gerçekleştirmen. Mutlak güven. Bunu yapabilir misin, sevgili arkadaş…. kameraya bakma.

LARRY: Bana konuşuyor. (resim seçici kulaklığından onunla konuşuyordur)

ADAMUS: Ona o kameraya bakmamasını söyle.

LARRY: Kes şunu!

ADAMUS: Sen, ilk ve son kez, nefesinle ruhunu yaşamına üfleyebilir ve bolluğu alıp kabul edebilir ve ruhsal yolculuğunda (bolluk sorunu) dikkatini dağıtacak diye kaygılanmaktan vazgeçebilir misin?

LARRY: Evet.

ADAMUS: Teşekkür ederim. Güzel. Tamam. Sonraki. Başka nelerin içine kendinizi akıtırsınız?

DAVE: Müzik aletleri.

ADAMUS: Kesinlikle. Bu da iyi bir tane. Müzik aletleri, hatta – ve özellikle – bir müzik aleti çalmıyorsan. Git bir tane satın al. Ona nefesini üfle. Hayata geçmesini izle. Gerçekten.

Tamam, birkaç tane daha alalım, benim bir randevum var. Geç kalırsam Kuthumi sinirlenir.

LAUGHING BEAR: Yatağım.

ADAMUS: Yatağın. Bu da iyi. Bu gerçekten iyi. Yatağında ne olur? Hayır, ben… (kahkahalar)

LİNDA: Lütfen.

LAUGHING BEAR: Evet, benim altarım, mihrabım. Evet.

ADAMUS: Yatağın, çünkü orası senin rüya platformun.

LAUGHING BEAR: Evet.

ADAMUS: Ve sadece uyumak değil, ama yatağınla ilişkili potansiyelleri açığa çıkarmayı hayal edebilir misin? Mükemmel. Ve bir tane daha alalım. Ve belki Jean, sen online bir forum ya da bir mesaj tahtası falan başlatabilirsin ve Şambra da, ruhunu üfleyeceği ve hayata geçireceği şeyleri oraya yazabilir, ve başka insanlara nefes üfleyecek olurlarsa, onları ikaz edebilirsin. Evet.

JEAN: Bedenim.

ADAMUS: Bedenin – mükemmel! Mükemmel. (üfler) haa, haa – bedenin! Bedenin! Kesinlikle. Bedeninizde kapana kısıldınız ve o da size ihanet ediyor gibi bir yanılsamaya sahiptiniz. Ya da ihanet etmiyorsa da edeceğine (inanıyorsunuz). Hastalıkla gelen ölüm, yaşlılıkla gelen ölüm, yıpranmayla gelen ölüm inancınız var. Yani bunların hepsi bedeninizde olageliyor. Kendinizi – haa – nefesinizle bedeninize akıtsanız ne olur? Bazılarınız bedenin, ruhun evi/yuvası olduğunu düşünüyor. Hmm, hmm, hmm, hmm, hmm. Ruhunuzun oraya girmesine izin vermediniz, çünkü o bedenden aslında hoşlanmıyorsunuz ya da sağlığınızdan ya da biyolojinizle ilişkili ya da ona bağlı hangi sorunlar varsa. Bedeninize nefesinizi üfleyin. Kesinlikle. Mükemmel bir tane. Umarım herkes bir Adamus ödülü alıyordur.

LİNDA: Evet efendim. Evet.

ADAMUS: Pekâla. Şunu toparlamanın zamanı geldi. Gelecek ay devam edeceğiz. Bu arada, lütfen, birkaç nesne bulun. Ha, bunu abartmanız gerekmiyor, ama sizin için gerçekten önemi olan nesneler bulun, şuradaki tahtada gördüklerinizi. Ve bu sadece bir mücevher parçası olabilir. Uzun zaman önce bulup eve getirdiğiniz ve kim bilir nerede duran bir taş olabilir… umarım bir altarınız/mihrabınız yoktur. Var mı Laughing Bear? (evet anlamında başını sallar) İndir onu. İndir onu. Bugün, en geç yarın. Altar/Mihrap falan yok. Altarın üzerindeki yegâne şey kıçınız olmalı. (kahkahalar) Bu gerçek bir bildiridir. Bir altarın ya da mihrabın üzerinde başka hiçbir şey görmek istemiyorum. Oraya poponuzu koymaya korkuyorsanız, kendinizden başka, ya da sizin bir resminizden başka hiçbir şeye tapmamalısınız. Hele bir yapın da göreyim. Herşeyi indirin ve oraya kendinizin bir resmini koyun. Hadi yapın da göreyim.

Pekâla, tamam. Altarmış. Ne yani?! İsa altarınızda durmak istiyor mu sanıyorsunuz? Hayır! Buda altarınızda durmak istiyor mu sanıyorsunuz? Hayır! O altarınızda sizin durmanızı istiyor. Öz saygısı olan tek bir Yükselmiş Üstat bile tapınılmak istemez. Hiç istemez! Onların gerçekten rezil öyküleri var. Bazısını toplantılarımızda anlattım. Yolculukları sırasında hepsi makyo’yu yaşadı – çarmıha gerildiler, açlıktan öldüler, her ne idiyse. Onlar, sizin onlara tapmanızı istemiyorlar, çünkü, neden biliyor musunuz? Kendilerinin izledikleri yolu izlemenizi istemiyorlar da ondan, tıpkı sizin, yeni uyanmakta olanların sizin izlediğiniz yolun aynını izlemelerini istememeniz gibi. Yaşamınız boyunca içinden geçtikleriniz için onların size tapmalarını ister miydiniz? Kesinlikle – belki – hayır!

Hayır, ve bu, yolunuz yanlış olduğundan değil, siz yolu açıyordunuz. Bunu gerçekleştirmenin – ah, Kuthumi, bir dakikaya kadar bitiriyorum – daha etkili, daha zarif bir yolu var. Ve işte aamyo budur. Bu, eylem içindeki mutlak zerafettir. Mutlak zerafet. Onlar sizin altarınızda oturmak istemezler. İndirin onları. Ve Gaia da altarınızda olmak istemiyor. O, bildiğiniz gibi, gidiyor. Onlar orada olmak istemiyorlar. Kristaller? Onlar uzun zaman önce enerjilerini kaybettiler. Kristallere ya da başka herhangi bir şeye tapmaya ihtiyacınız yok. Sizin resminiz, altarın üzerinde sizin resminiz olsun.

Böylece, derin bir nefes alalım. Bugün çok şeyden söz ettik, harika bir toplantı daha oldu. Çabucak bir üzerinden geçelim.

Güven, aamyo. Önemlidir. Eğer bu akıtmayı gerçekleştirecekseniz, onu bir güven alanından yapmak istersiniz. Kendinize, hiçbir çekince olmadan ya da hiçbir kararsızlık olmadan güvenmek istersiniz. “Ben o Ben’im.” Daha ne olabilir ki? Ancak o zaman akıtmayı ya da aşıyı gerçekleştirebilirsiniz.

Biz… bu füzyon ya da akıtma ve onun kendi yaşamınızda ne tür bir fark yaratacağı hakkında üç ya da dört dizi boyunca konuşacağız. Bu muazzam bir fark yaratacak, bunu gerçekleştirmekle, buraya ilk kez gelen meleksel varlıklar için de. Birlikte gerçekleştireceğimiz şeyler için muazzam bir fark yaratacak. Dünyanın potansiyeli için bir fark yaratacak. Bugünün geç saatlerinde, ya da yarın, birlikte o olayı yaşarken, bir fark yaratacak. Muazzam bir fark.

Böylece, derin bir nefes alalım, güvenle ilgili, aamyo’yla ilgili. Derin bir nefes alın ve, bilinçli olarak ruhunuzu paylaştığınızda, benliğinizi paylaştığınızda ve onu yaşamınızdaki nesnelere nefesinizle üflediğinizde, sizinle maddesel dünyanız arasında artık bir ayrılık yaratmadığınızı anlayın. Artık sizinle ruhunuz arasında bu dünyada bir ayrılık yaratmıyorsunuzdur. O nesnelere nefesinizle hayat üflediğinizde, onlar gerçekten hayat kazanırlar ve yepyeni bir biçimde size hizmet ederler.

Böylece, sevgili Şambra, derin bir nefes alalım, ve sizinle bu gecenin ilerleyen saatlerinde görüşeceğiz.

Bu arada, herkese, herkese hatırlatmam gerekir ki, tüm yaratımda her şey yolunda, ve bu yüzden, hepimiz olduğumuz herşeyiz. Guten Abend (İyi akşamlar).

Şaud yayınlandığında bizden epostayla bir uyarı almak isterseniz, eposta listemize kaydolmak için aşağıya tıklayın.

http://www.crimsoncircle.com/Newsletter/SignupforOurMailingList/tabid/1546/Default.aspx

Tobias, Adamus Saint Germain ve Kuthumi lal Singh’in katılımıyla gerçekleşen Kırmızı Çember Materyalleri, Ağustos 1999’dan beri bedelsiz olarak sunulmaktadır.

Kırmızı Çember, Yeni Enerjiye geçecek ilk kişiler arasında bulunan ve Şambra denen insan meleklerden oluşan küresel bir ağdır. Onlar yükselişin sevinçlerini ve zorluklarını deneyimlerken, içlerindeki Tanrı’yı keşfetme yolculuğunda olan diğer insanlar için de bir Bayrak haline gelmekteler.

Kırmızı Çember her ay Colorado’nun Denver bölgesinde toplanmaktadır ve Adamus, Geoffrey Hoppe aracılığıyla son bilgileri sunmaktadır. Bu Kırmızı Çember toplantıları genele açıktır ve isteyen herkes katılabilir.

Eğer bunu okuyorsanız ve bir bağlantı hissediyor ve gerçek olduğu duygusuna kapılıyorsanız, gerçekten de Şambra’sınızdır. Benzer insanlar ve melekler için bir öğretmen ve rehbersinizdir. Şu anda ve gelecek tüm zamanlar için içinizdeki tanrısallık tohumunun çiçek açmasına izin verin. Asla yalnız değilsiniz, çünkü dünyanın her yanında aileniz ve çevrenizdeki alemlerde melekler var.

Bu metni, ticari olmaksızın, bedelsiz olarak özgürce paylaşabilirsiniz. Lütfen bilgiyi bütün olarak, ve bu dip notlar dahil paylaşın. Her türlü farklı bir kullanım için yazılı olarak Geoffrey Hoppe, Golden, Colorado’dan onay alınması gerekir. İletişim için aşağıdaki web sitesine gidin:

www.crimsoncircle.com

Telif Hakkı 2010 Geoffrey Hoppe, Golden, CO 80403